17 Nisan 2016 Pazar Saat 03:47
Ortadoğu’da ”Teröre Karşı Savaş” gerekçesiyle ABD ve Rusya tarafından yürütülen müdahalelerinin, esas hedefi Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesinde belirleyici güç konumuna gelmektir. ABD’nin 2003 Irak savaşı bu sürecin başlangıcını oluştururken, 2011 Suriye savaşının başlamasıyla birlikte uluslararası dengelerinin yeniden inşa edildiği sürecin en sıcak dönemine girilmiş olundu. Süreç tüm sıcaklığı ile devam ediyor
Giriş:
Ortadoğu’da ”Teröre Karşı Savaş” gerekçesiyle ABD ve Rusya
tarafından yürütülen müdahalelerinin, esas hedefi Ortadoğu’nun yeniden dizayn
edilmesinde belirleyici güç konumuna gelmektir. ABD’nin 2003 Irak savaşı bu
sürecin başlangıcını oluştururken, 2011 Suriye savaşının başlamasıyla birlikte
uluslararası dengelerinin yeniden inşa edildiği sürecin en sıcak dönemine
girilmiş olundu. Süreç tüm sıcaklığıyla devam ediyor. Irak, Suriye ve Libya
sonrası Yemen, Mısır, Tunus ve Lübnan’ın da dahil edildiği sürece, Türkiye’nin
de mi ekleneceğine ilişkin soru işaretleri var. Eklenecekse, bunun nasıl
olacağına ilişkin bilgiler yaygındır.
Yeni Dizayn Sürecini
Nasıl Anlamak Gerekir
Ortadoğu, farklı sömürgeci güçlerin girişimlerine tarihi
boyunca tanık olmuştur. Fransa ve İngiltere 18. yüzyılın ortalarında
sanayileşerek ve ulus-devletleşerek, kapitalist sisteminin ilk hegemonları
olarak başarılı oldular. Tüm dünyayı kendi çıkarları için keşif edilmesi, kendi
hâkimiyetleri altına alınması gereken bir meta olarak gördüler. Dünya’yı
savaşarak ve anlaşarak kendi aralarında paylaştılar. Alman burjuvazisi gibi geç
ulus-devletleşen iktidar kesimlerinin de pay istemleri, 1. ve 2. dünya
savaşlarına sebep oldu. Ortadoğu’yu iradesiz, kendi çıkarları için istedikleri
gibi şekillendirebilecekleri bir bölge olarak gördüler. Birçok Ortadoğu
devletinin sınırları İngiliz ve Fransızlar tarafından çizilirken,
oluşturdukları devletleri kendileri yönettiler. Bu devletler tamamen Fransa
yâda İngiltere için çalışırdı. İngiltere ve Fransa çıkarlarını sınırlar çizerek
sağlanıyordu. Suriye, Irak sınırı petrol ve doğal kaynak ihtiyaçlarını sağlamak
için aralarında paylaşmaları buna bir örnektir.
21. yüzyıla bakıldığında, devlet sınırların çok önem
taşımadığı, sermaye ve devlet çıkarlarının sınırlar tanımadığı, kapitalist
sisteminin finans kapital çağına geçiş sağlamasıyla borsa üzerinden
küreselleştiği dönem söz konusudur. Çıkarları sağlamak için sınır çizmek çok
önem taşımamaktadır. Bunun devlet sınırların önemsiz olduğu anlamına da gelmez.
Fakat esas olan devletlerarası ekonomik, siyasi, askeri ve diplomatik
ilişkilerdir. Her sermaye yâda devlet kesimi hegemon olma çabasında bulunuyor.
Bunun için doğru siyaset ve ekonomik ilişkiler gerekir ve bu ilişkilerde
üstünlüğü sağlamak. Eskiden dünyayı İngilizler ve Fransızlar paylaşırken, 2.
Dünya Savaşı sonrası ABD ve Rusya, kısmen Çin bu konumu ele geçirdi.
Ortadoğu’nun yeniden şekillenmesi söz konusu olduğunda sadece devlet
sınırlarının yeniden çizilmesini anlamak sınırlı kalır. Sınırlar çok önem
taşımaz. Önemli olan mevcut dengelerinin yıkılmasıyla birlikte yeni siyasi,
askeri ve ekonomik ilişkilerinin oluşmasıdır. Rusya ve ABD bunu
gerçekleştirmede birçok AB ülkesine göre daha başarılı.
Türk Devlet
Statüsünün Kısa Tarihçesi
Türkiye’nin bu sürece nasıl ekleneceğine ilişkin tezler
geliştirmeden önce, Türk Devleti’nin hangi statü üzerinden kurulduğunu açmak
gerekir. Geniş bir konu olduğu açıktır, ancak kısaca bir kaç hususu belirtmek
bu metin için yeterlidir. Çanakkale savaşına değinmeden Türkiye’nin kuruluşu
anlatılamaz. Çanakkale bugünkü Türkiye sınırları içinde bulunan tüm
halklarının, İngiltere’ye karşı verdikleri kurtuluş savaşının sembolü olmuştur.
Çanakkale sömürgeciliğe karşı halkların kardeşliğin ifadesidir. 1923 Türkiye’si
için de bu değim kısmen geçerlidir.
Devlet içinde bir kesim şoven Türk milliyetçisinin olmasına rağmen,
halkların ortak iradesi Türkiye Büyük Millet Meclisinde temsil ediliyordu. Tüm
farklılıklar kardeşçe varlıklarını sürdürüyordu. Kürtler de yöresel
kıyafetleriyle meclise katılırdı. Ancak 1924 yıllından itibaren şoven kesim
devleti ele geçirerek, Türkiye Büyük Millet Meclisinin ismini Türk Büyük Millet
Meclisine değiştirerek, aşırı katı bir milliyetçiliğin hakim olmasını sağladı.
Türk Devleti’nin temel stratejisi artık tek tip bir Türkiye/Türk Devleti için,
tüm farklılıkları bastırmak oldu. Bu politikanın temel ayağını Kürt düşmanlığı
ve inkârı oluşturdu. 1925 Şex Sait katliamıyla birlikte Türk Devleti hem içte,
hem Ortadoğu’da tüm dengelerini bunun üzerinden kurdu. Bunun için Çanakkale’de
yaratılan değerlere ihanet ederek, İngilizler ve Fransızlar ile anlaştı.
Ortadoğu’da Kürtleri inkâr ve yok etmek, bu devletlerin ortak Ortadoğu stratejisini
oluşturdu.
Kürt İnkârının
Güncellenmiş Hali AKP
Günümüzün Türk Devletine bakıldığında bu politikanın hiçbir
değişime uğramadan hala sürdüğünü, hatta derinleştiğini söylemek mümkündür. 15
senedir iktidarda olan AKP, bu siyaseti esas almadığını söylemesine rağmen,
yaşanan son gelişmeler Türk Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan ve onun partisi
olan AKP, Kürt düşmanlığının zirveleştiğini gösteriyor. AKP, 1924 statükosunu
oluşturan ontolojik devlet kesimleriyle anlaştı. 2013 Newroz’unda Kürt Halk Önderi
Abdullah Öcalan’nın çağrısıyla, Kürt sorununu siyasi yöntemlere çözülmesini ön
gören bir süreç başlamıştı. Süreç sadece Kürtlerin özgürlüğü için değil,
Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından da hayati bir önem taşıyordu. AKP,
süreci oyalamaya ve bozmaya çalıştığı birçok kesim tarafından çokça ifade
edildi.
Nisan 2015’de Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik
ağırlaştırılmış tecridin başlatılmasıyla, AKP siyasi süreci bozarak, asıl
yüzünü göstermiş oldu. AKP Kürtlere karşı topyekûn imha savaşını başlattı.
Savaş kararı ise 2014 yıllında, DAİŞ’in Kobane kuşatmasında yenilgiye uğraması
ardından alınmıştı. AKP, Türkiye’de Kürtlere karşı savaşı durdururken,
Suriye’de DAİŞ çeteleri üzerinden savaşı sürdürmüştü. Türk Cumhurbaşkanı
Erdoğan ve AKP, kendi iktidarının devamı için Kürt soykırımına başvurdu. Bunun
için Türk Ordusu’yla anlaşmaya vardı. Türk Devleti ve AKP o dönem çok doğru bir
tespit yapmıştı, ancak yanlış bir karar almıştı. Kürt Özgürlük Hareketi’nin
direnişi, Rojava Devrimi’nin gelişmesi, YPG’nin DAİŞ çetelerine karşı savaşan
en etkin güç olması ve Özgürlük Hareketi’nin Ortadoğu’nun geleceği hakkında
projelere sahip olması, Kürtleri bir statüye kavuşturacağı tespit edilmişti.
Türk Devleti’nin de doğrudan bu gelişmelerden etkileneceği ve değişime uğrayacağı
ön görülmüştü. Bu tespit üzerinden alınan karar ise tarihi bir hata oldu. Türk
Devleti ve AKP değişimi ret ederek, Kürtlerin bir statüye oluşmaya yönelik tüm
çabalarını boşa çıkarma ve kendi topraklarında da savaşa başvurma kararını
almıştı. AKP eski devlet stratejisini esas alarak, kendi sınırları içinde
bulunan Kürtlere savaşı açarkan, dış politikasında da kaba bir ret politikası
sergileyerek, Kürtlerin Suriye’deki tüm kazanımlarına karşı çıktı. Böylece
Ortadoğu’da tüm dengeler değişirken, Türk Devleti bu süreci atlatmak için
otoriter bir devlete dönüşme kararını aldı. AKP, CHP’nin 1924 ırkçı
stratejisinin sürdürücüsü oldu. Bu strateji Kürt İnkârı üzerinden kurulmuştu.
Fakat Kürtler, kendilerinin inkârı üzerinden kurulan dengeleri param parça etmişti.
Kürtsüz Bir Ortadoğu
Mümkün Değil!
Ortadoğu 1924 yılında kurulan statü ve dengeler Kürt inkarı
üzerinden inşa edildi. Günümüzün Ortadoğu’suna bakıldığında Kürtsüz bir
Ortadoğu’nun mümkün olmadığı görülecektir. Kürt Özgürlük Hareketinin 40 yıllık
mücadelesi sonucunda, DAİŞ çetelerinin Kobane kuşatmasının kırılmasıyla
birlikte, Kürt İnkar Politikası ortadan kaldırıldı. Fransa ve İngiltere’nin
anlaşmasıyla gerçekleşen Skyes-Picot Antlaşması Suriye, Irak ve Türkiye
sınırlarını oluştururken, Kürtleri görmezden geçmişti. Ancak Kobane direnişi
sonrası Rojava devriminin yayılmasıyla, Kürtler Irak ve Suriye’de öncü dinamik
oldu, uluslararası siyasette tanınmaya başlandı. Kürt Özgürlük Hareketi
demokratik Ortadoğu’yu temsil eden üçüncü bir çizgi olarak, dünya hegemonları
olan ABD ve Rusya yanı sıra, yerini buldu. ABD ve Rusya’da bunu artık
görüyorlar, kendi çıkarlarını buna göre düzenliyorlar. Suriye ve Irak’ın
geleceğinde Kürtler belirleyici rol oynadıkları bir gerçektir. Türkiye’nin
demokratikleşmesi için de belirleyici güç konumunu oluşturuyorlar. Yakın
zamanda İran için de benzer gelişmeler ön görmek mümkün. Kürtler, Ortadoğu’nun
özgürlüğü ve demokratikleşmesi için belirleyici güçlerden birisi oldu.
Etkinliği daha da artacak. Ki İran ve Türkiye gibi statükocu devlet güçleri
kendi halklarında meşruiyetlerini yitirmişler. ABD ve Rusya’da dış güç olarak
kendi politikalarını yerel bir güce dayatmaları gerekiyor. Kürt Özgürlük
Hareketi ise Ortadoğu Halklarının Demokrasi ve Özgürlük taleplerinin öncüsüdür.
Bölge de kendi gücüne dayanarak politika üretirken, halklar arası etkinliğini
de artacağı kesindir. Özgürlük Hareketi’nin tarihine bakıldığında, bu artışın
sürekli geliştiği görünecektir.
AKP ‘nin Savaş
Konsepti Yenilgiye Uğramıştır
Ortadoğu’da Kürt İnkar Politikasını en etkin yürüten
kesimler Türk Devleti ve DAİŞ çeteleri olmaktadır. İkisinin birbiriyle organik
bağı da zaten tüm dünyaya kanıtlanmıştı ve her gün yeniden kanıtlanıyor.
İkisinin diğer bir ortak yönü de, bu politikalarının boşa çıkması ve
etkinliklerinin azalması. DAİŞ çeteleri YPG’ye karşı büyük bir kırılmaya
uğrarken, AKP 24 Temmuz 2015 savaş sürecini başlattı. AKP savaşının iki temel
ayağı var. Birincisi askeri üstünlüğüne dayanarak, gerillayı yenilgiye
uğratabileceği görüşüydü. İkincisi Türkiye’nin jeopolitik ve stratejik
konumundan faydalanarak, dış güçleri de Kürt İnkârına dâhil etmek. Birinci ayak
yine kendi içinde iki temel stratejiye dayanıyor. Birincisi Orduya dayanarak,
teknolojik üstünlüğüne ve asker sayısına güvenerek, gerillayı tasfiye etmekti.
İkincisi ise medya üzerinde tam bir hakimiyet kurarak psikolojik savaş
yürütmektir. Psikolojik savaşı için tüm muhalif medya gruplarına müdahale
ederek tam bir baskı politikası seyretti. Fakat bu baskılar uluslararası
kamuoyunda AKP ve Erdoğan’a ters tepti. Medya’nın bastırılması kendi halkı
içinde ciddi rahatsızlıklara yol açtı. Ordu’ya dayalı savaş konsepti fazlasıyla
yenilgiye uğramıştır. Gerillayı ne hava saldırılarıyla, ne şehir ve kırsaldaki
çatışmalarla öngörüldüğü gibi ”tasfiyeye” uğratmıştır. Aksine Türk Ordusunun
kendisi yenilgiye uğramıştır. Türk Medyası bunu gizlemeye çabalasa da, Türk
Ordusunun kayıpları çok olduğu açıktır. Üstelik şehir savaşında da Sivil
Savunma Güçlerine karşı ciddi zorluklar çekmiştir ve hala çekiyor. Moral
üstünlük Kürt Özgürlük Hareketindedir. Zaten ABD’nin kendisi PKK’nin savaş
yöntemleriyle yenilgiye uğratılması mümkün olmadığını 2014 yılında yapmış
olduğu açıklamalar ve araştırmalarla belirtmişti. Kışın bitmesiyle birlikte,
Kürt Özgürlük Hareketi daha aktif bir döneme geçerken, yorgun bir Türk Ordusunu
karşısında bulmaktadır. Bu durumda teknolojik üstünlük de bir çare oluşturmaz.
Ki AKP bahara kadar Özgürlük Hareketini şehir savaşında yenilgiye uğratmak
istiyordu. Ancak şehir savaşında da Sur ve Cizre sonrası, Gever, Nisebin,
Şırnex, Bağlar ve Farqin de çatışmaların başlamasıyla, şehir savaşı da daha
fazla yoğunlaştı ve AKP’nin savaş stratejisinin yenilgiye uğrattı.
AKP Diplomasi
Alanında Yalnız
Diplomatik alanda da AKP çiddi sıkıntılarla karşı karşıya.
Bu çelişkilerinin en önemlisi baş müttefiklerinden biri olan ABD ile aralarında
yaşanan görüş ayrılıklarıdır. Türk Devletinin politikasının şekillenmesinde
ABD’nin rolü olduğu kuşku bırakmayan bir gerçektir. Türkiye kendi çıkarlarına
göre değil, ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarlarına göre kendini şekillendirdi. Fakat
AKP bunu kısmen değiştirdi. Türkiye Ortadoğu’da dizayn etme, kendi çıkarlarına
göre hareket etme çabalarında bulunuyor. AKP Ortadoğu’da hegemon olmak
istiyor. Bu anlamda ABD’yle çıkarları
her zaman örtüşmediği, bazen kendince hareket etmek zorunda kaldığı açıktır. En
büyük çelişki Kürtlere yönelik politikalarda ortaya çıkıyor. AKP tüm Ortadoğu
stratejisini ve kendi varlığını Kürt inkârı, DAİŞ çetelerinin desteği üzerinden
kurmuştur. DAİŞ çetelerini bu konuda desteklediği açıktır. AKP sürekli PYD’nin
bir terör örgütü olduğuna ilişkin söylemlerde bulunurken, ABD DAİŞ çetelerine
karşı YPG ve PYD ile çalışmayı sürdüreceklerini belirtiyor. Bu yaklaşımlar,
ABD’nin Ortadoğu planlarında Kürtlere statü vermeden yeni dengelerinin
oluşturulması imkânsız olduğunu inandığını, gösteriyor. Üstelik ABD Türk
Devleti ile Kürt Özgürlük Hareketi arasında çatışmaların derinleşmesiyle
birlikte, diğer Ortadoğu ülkelerinde bir Arap-Kürt savaşına dönüşeceğine
ilişkin kaygılar var. ABD’de böylesi bir senaryoda kaybedeceğini düşünüyor.
Rusya’da bu konuda hemfikirdir. Olası bir Arap-Kürt savaşı iki devletin
çıkarlarına terstir. AKP ise tüm devletleri bu savaşın içine sürüklemek
istiyor. Savaşın derinleşmesiyle Türk Devleti ve ABD arası çelişkilerinin de
derinleşeceği şimdiden görünüyor. AKP’nin komşu ülkeleriyle ilişkileri de
gergin. AKP bu yalnızlıktan çıkmak için, mülteci krizi üzerinden Fransa,
İngiltere ve Almanya ile anlaşırken, İsrail ile ilişkilerini yeniden düzeltmeye
çabalıyor. Fakat Türk Cumhurbaşkanı R.
T. Erdoğan’ın AB ülkelerine yönelik tehditkâr ifadeleri bu çabalara çitti engel
oluşturuyor. DAİŞ çetelerinin İstanbul ve Brüksel saldırıları ardından, birçok
AB ülkesinin konsolosluklarını Türkiye’de kapatması, vatandaşlarına Türkiye’yi
terk etme çağrılarında bulunması, Türk Devleti’nin başarısız diplomasisinin
sonuçlarıdır. Mülteci krizi hakkında Fransa, Almanya ve İngiltere’yle varılan
anlaşma da Türk Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun ifade ettiği gibi büyük bir
başarı değildir. AKP, AB ülkelerini Kürt politikasında kendi çizgisine çekmeye
çabaladı, kısmen başarılı oldu. Ancak bunu AKP’nin gücüne mal etmek doğru
olmaz. Ne Fransa, nede İngiltere, Ortadoğu politikasında eski etkinliklerini
gösteriyorlar. Üstelik ortak bir dış politika belirlemekte de sıkıntı
çekiyorlar. Fransa, İngiltere ve Almanya ortak bir Suriye politikası
oluşturmada zorlanırken, hem yaratıcılıktan yoksunlar, hem aralarındaki
çelişkilerini gideremiyorlar. Ortak bir AB dış politikası da oluşamıyor, ABD ve
Rusya’nın ekonomik ve askeri gücüne varacak bir güç oluşturamıyorlar. Ortadoğu
politikasını belirleyen dış faktörler Rusya ve ABD kalıyor, ki ikisiyle de Türk
Devleti ciddi sorunlar yaşıyor. Rusya ve ABD’nin Suriye hakkında anlaşmaya
varmaları, işleri Türk Devleti için daha da zorlaştırdı.
Türkiye Ortadoğu’nun
Yeniden Dizayn Edilmesine Dâhil Mi Edilecek?
Baştaki soruya dönülürse, bir cevap vermek mümkün. Türk
Devleti’nin statüsü Kürt İnkârı Politikasının sürdürülmesi üzerinden
kurulmuştur. AKP bunu sürdürüyor ve bu temelde 04.2015’de Kürt Halk Önderi
Abdullah Öcalan üzerinden başlatmış olduğu ağırlaştırılmış tecrit koşularıyla
birlikte, savaşı yeniden canlandırmıştır. 24 Temmuz’dan bu yana tüm askeri
varlığıyla savaşan Türk Ordusu kıştan yorgun bir şekilde çıkarken, baharla
birlikte Kürt Özgürlük Hareketi daha dinamik bir sürece girdi. Askeri anlamda
yenilgiye uğramış AKP ve Türk Devleti uluslararası arenada da yalnızlığa
maruz. Üstelik Kürt İnkâr Politikası
çökmüştür ki bu AKP ve Türk Devleti’nin temelini oluşturuyor. Ortadoğu’da
yaşanan süreç her devleti kendisini dönüştürmeye, çıkarlarını yenilemeye
zorluyor. 1924 statükosundan ısrar eden devletler ya zorla dönüştürülecek, yâda
yok olacak. Sorunun cevabını bir kelimeyle vermek mümkün:
“Evet!
Türkiye dizayn sürecine dahil edilecek, hatta edilmiştir.
Kendisi kendisini dâhil etmiştir. Türk Devleti tüm gücüyle demokratikleşmeyi
reddetmesiyle, zorla dönüştürülmeyi seçmiştir. Asıl ilgi çekici soru ise bu
dizaynın nasıl olacağına ilişkindir. Bu sorunun cevabının ucu henüz açıktır.
Ancak temel hatları şimdiden görünüyor. Kürt Özgürlük Hareketi özerklik
talebini yükselterek, kendi inşasını gerçekleştirecektir. Bakure Kurdistan’da
başlayan sürecin, yeni bir dönemim ilk belirtisidir. Ordu sadece zayıf olduğu
dağlarda değil, güçlü olduğu şehirlerde kaybetmeye başladı. Üstelik az olan
halk desteğini de kaybetti. Türk Devleti, Kürdistan’da tam bir talan
uygulamaktan başka bir yöntem bilmemektedir. Savaş dışında başka bir seçenek
kalmadı. Kürdistan Türkiye’den ayrı bir bölge olarak, yoksa Türkiye sınırları
içinde olan bir federe bölge olarak varlığını mı sürdürecek, bunu süreç
belirleyecek. Özgürlük hareketinin istemleri, Demokratik bir Türkiye sınırları
içinde özerk bir bölge olarak statüye kavuşmaktan yana. Ancak İnkâr devam
ederse farklı oluşumlarda mümkün görünüyor.
Bağımsızlık gibi söylemlerinin Kürtler arasında geliştiğini de doğru
anlamak gerekir. Karşı taraf her tür dostluk ikramına şiddet ve savaşla cevap
verirse, Kürtlerin kendilerini korumak için bu tür söylemlerinin de gelişeceği
anlaşılırdır. Dış güçlerinin, Suriye ve Irak’a benzer bir şekilde müdahalede
bulunma ihtimalini de düşünmek gerekir. Bu iki gücün yeni bir Türkiye’nin
inşasında belirleyici olacağı kesindir. Türk Devleti büyük bir oranda
taleplerine boyun eğmek zorunda kalacaktır. AKP ve Türk cumhurbaşkanı R.T.
Erdoğan bu sürecin sonunda iktidardan düşmüş olacak. Savaşı başlatan AKP ve
Türk Devleti baştan itibaren kaybetmişti. Kürtleri karşılarına almaları
yaptıkları en büyük tarihi hataydı. Ki dostane bir ilişkiyi kurmaya cesaretli
olsalardı, devletin demokratikleşmesine yol açsalardı, Ortadoğu’nun dizayn
edilmesinde Kürtlerle ortakça belirleyici güç olurlardı. Şimdiyse kendi
devletlerini de kaybetme tehlikesini yaşıyorlar. Türk Devleti için artık bir geri dönüş de mümkün
değil. Kazanan Kürtler ve tüm demokrasi kesimleri olurken, kaybeden Türk
Devleti ve AKP olacak. Ne kadar otoriterleşse de, şiddete yönelse de bunu
değiştiremez. Ki AKP yakın komşusu olan Irak’a doğru baksaydı, böylesi bir hata
yapmazdı. Saddam’ın düşüşü Kürtleri karşısına almasıyla doğrudan bağlantılıydı.
İran İslam Cumhuriyeti’nin kurucusu Ayetullah Homeni’nin
ölmeden önce bir sözü var. Homeni İran Devlet Yetkililerine verdiği son sözü
“Kürtleri hiçbir zaman karşınıza almayın idi…
Fardin Hosseînî-New York/Queens
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info – www.navendalekolin.com