05 Nisan 2014 Cumartesi Saat 06:22
20.yy, Ortadoğu’da bir anlamıyla şiddetin tarihi ise aynı tarihi petrol savaşları serüveni şeklinde de okuyabiliriz. Özellikle sanayi devriminden sonra kapitalist endüstriyel gelişmeye paralel olarak petrole ve daha genel olarak fosil yakıtlara olan ihtiyaç artmıştır. Bu durum, sanayileşmesini büyük oranda tamamlamış ve bu sanayiyi ihraç eden emperyalist güçleri fosil-hidro karbon rezervlerinin yoğun olduğu alanlara yöneltmiştir. Nitekim emperyalistler arası çatışma ve çelişkilerin temelinde de enerji havzalarının paylaşımı yatmaktadır. Şüphesiz bu konuda Avrasya ve bu alanda da özel olarak Ortadoğu önemli bir yer tutmaktadır. Nitekim dünya egemenlik savaşlarının temelini Avrasya coğrafyası teşkil etmektedir. ABD’nin bu konuda özel bir Avrasya jeo-stratejisi geliştirmiş olması ve aynı alanda Rusya, Çin gibi ülkelerin de ABD’nin global gücünü dengelemek maksadıyla güçlü stratejik işbirliğine girmiş olmalarını şu jeo-stratejik gerçekle açıklanabilir “Avrasya’ya hükmeden dünyaya hükmeder ( Harold Mackinder).
Büyük emperyalist güçlerin dünya ölçekli stratejik hesapları ve buna dönük politikaları, beraberinde bölgesel düzeyde etkin olan devletlere de alt-emperyalist güç olma imkanları açmaktadır. Nitekim farklı eksenlerde olmak suretiyle Ortadoğu’da İran ve Türkiye’nin rolü buna tekabül etmektedir. Bölgesel devletler, ortaya çıkan fırsat alanlarını sonuna kadar kullanmak istemektedirler. Bu politikaları izlerken şüphesiz sahip oldukları coğrafi avantajlarını da mümkün olduğunca pazarlamaktadırlar. Bu avantajlar da önemli oranda Kürdistan’ın konumundan kaynaklanmaktadır. Ortadaoğu Avrasya’da çok önemlidir ve Kürdistan da Ortadoğunun merkezi konumundadır. Nitekim Türkiye, Kürdistan’nın özellikle de kuzeyin jeo-politik konumunu kendi coğrafi bakiyesinde görmektedir. Ancak Kuzey Kürdistan’da halkın demokratik-ulusal mücadelesi ve PKK’nin pozisyonu Türkiye’nin, bilhassa enerji politikalarında, Kürdistan üzerindeki tasarruflarını sınırlandırmaktadır. Bundan dolayı Türkiye son yıllarda Kuzey’de Kürt sorunun kontrol edilebilir sınırlara çekme çabası içindedir. Kürt sorununu kabul edilebilir sınırlara çekme çabalarına eş zamanlı olarak dış politakada enerji konusunda etkili ilişkiler,ortaklıklar geliştirme arayışları da eşlik etmektedir. Türkiye’nin enerji politikalarının G.Kürdistan boyutu ise daha çok işbirliği çerçevesinde gelişmektedir.
Son yıllarda Türkiye, uluslararası etkileri çok yönlü olan bir çok projede yer almaya çalışmaktadır. Kerkük-Yumurtalık ve Bakü- Tiflis – Ceyhan (BTC) petrol boru hatlarının yanı sıra Nabucco gibi TANAP gibi ve son günlerde çokça gündemleşmiş olan Güney Kürdistan’la yapımı tamamlanmış petrol boru hatları…Tabi bu projelerin gerçekleşebilmesi için siyasi, diplomatik alt yapının da hazırlanması gerekir.
Hatırlanacağı üzere 2009 Mart yerel seçimlerinden hemen sonrasında Türkiye önce Kürt açılımı, ardından Demokratik açılım ve son ismi olarak ta Milli Birlik projesi adı altında bir süreç başlattı ve akabinde Ağustos 2009’da DTP Eşgenel Başkanı Ahmet Türk ile görüştü. Ancak öncesinde bilindiği gibi Başbakan kamuoyundan gelen yoğun taleplere rağmen “PKK’ye terörist demediği müddetçe DTP ile görüşmeyeceğini “ ifade etmişti. Fakat aynı yılın Nisan ayında ABD Başkanı Barack Obama, Ahmet Türk ile görüşmesiyle, Erdoğan’ın sözünden dönebilmesinin siyasi zeminini hazırlamıştı ve neticesinde Erdoğan ile Ahmet Türk görüşmesi gerçekleşti. Tabi bu görüşmeyi sadece Obama’nın tavrına bağlamak doğru değildir. Hiç şüphesiz halkın mücadelesini yükseltmiş olmasıyla birlikte, yerel seçimlerde elde edilmiş başarının etkisi daha belirleyicidir. Nitekim Cemil Çiçek’in Iğdır Belediyesini kastederek “Ermenistan sınırına dayandılar şeklindeki ifadesi bu duruma işarettir.
Ancak burada Obama etkisini, Avrasya stratejisinin genel fotoğrafı içerisinde neye dayandığını ve Kürdistan boyutunu görebilmek maksadıyla ele alıyoruz. Obama’nın bu ziyaretinde hükümete “enerji koridoru olma misyonu ve misyonu yerine getirmek için de güvenlik ve istikrarını sağlaması telkinin de bulunmuştur.Çünkü orta yoğunluklu düzeye çıkmış savaş koşullarında, çok yönlü stratejik hesaplara dayalı, kar marjı yüksek enerji yatırımlarını gerçekleştirmek mümkün değildir. Tam da bu telkini yerini getirmenin iki yolu bulunmaktaydı hükümet ya PKK ile adil,barışçıl müzakere sürecine girerek Kürt sorununun demokratik çözümünü yaratacaktı ya da oyalama yoluna gidip,çatışmasızlık ortamını sağlayıp “ siyasi olarak tasfiye, askeri olarak ta stabilize etme arayışına girecekti. AKP ikinci yolu seçerek o günden bu güne akan her damla kanın sorumlusu olmuştur. Öyle ki bu görüşmelerin akabinde 14 Nisan’da KCK adı altında siyasi soykırım operasyonları başlamış ve hala günümüze kadar,kesintili şekilde de olsa, devam etmektedir. Bu gelişmeler çerçevesinde aynı dönemde, Temmuz 2009’da Ankara’da Nabucco projesinin imzalanmış olması hiçte tesadüfi değildir. Nabucco küresel düzeyde etkisi olan bir projedir.
SSCB’nin yıkılmasından sonra özellikle Kafkasya’da bulunan devletler hızlı bir şekilde kendi ekonomik çıkarlarını gözetecek arayışlara ve ilişkilere dahil olmaya başladı. Bu ilişkilerin içeriğini ve gelişim seyrini batılı emperyalist güçlerin Avrasya Jeo-stratejisinden ve buna karşın Rusya’nın kendi hinterlandını koruma iç güdüsünden bağımsız düşünmek olası değildir. Kafkasya, petrol ve doğalgaz satışlarında, çoğu Avrupa ülkesi ise satın alımında, Rusya’ya bağımlı bulunmaktadır. Enerji konusundaki bu bağımlılık bereberinde Rusya ile siyasi bir yakınlaşmayı getirmekte, eğer bu mümkün değilse bile enerji bağımlılığı ,bu ülkelerin batı tarafından Rusya’ya karşı girileşecek herhangi bir politikada pasif kalmalarına sebebiyet vermektedir. ABD ise bunu bildiğinden dolayı bu ülkelerin Rusya olan enerji bağımlılığını ortadan kaldırıp ya da azaltıp, Avrasya politikasına işlerlik kazandırmaya çalışmaktadır. Bunun için Doğu – Batı Enerji Koridoru olarak tarif edilen hattı birçok farklı alternatifle hayata geçirmeye çalışmaktadır. Bu çalışmalar içerisinde BTC, daha güncel olarak Nabucco ve TANAP projesi öne çıkmaktadır.
Bakü – Tiflis – Ceyhan Petrol Boru Hattı
Tüm uzunluğu boyunca gömülü olan boru hattının, (toplam uzunluğu 1.768 km), Gürcistan’da 249 km’si, Azerbaycan’da 443 km’si, ve Türkiye’de (ağırlıklı olarak K.Kürdistan) 1.076 km’si yeralmaktadır. Boru hattının çapı Azerbaycan ve Türkiye genelinde 42 inç (106,68 santimetre). Gürcistan’da ise 46 inçtir (116,84 santimetre). Türkiye’de Ceyhan Deniz Terminali’ne doğru son bölümünde eğimden dolayı boru hattının çapı azalarak 34 inç’e (86,36 santimetre) iner. Yıllık 50 milyon ton kapasitesi olması beklenen hattın üzerinde 8 pompalama istasyonu bulunacak. Boru hatlarında en stratejik yerler pompalama istasyonları. Boru hattının kendisine zarar vermek hem daha zor hem de meydana gelecek muhtemel bir hasar hızlı bir şekilde onarılabiliyor. Fakat pompalama istasyonlarından birinin devre dışı kalması demek, boru hattından uzunca bir müddet faydalanamamak anlamına geliyor. Bu yüzden pompalama istasyonları çok sıkı bir koruma altında bulunduruluyor. (http://tr.wikipedia.org/wiki/Bak%C3%BC-Tiflis-Ceyhan_Petrol_Boru_Hatt%C4%B1)
BTC’ın planlanan toplam maliyeti 3 milyar dolar. Fakat bu rakamın 4 milyara kadar çıkabileceği tahmin ediliyor. BTC’ın ortaklarına baktığımızda ise şöyle bir tabloyla karşılaşıyoruz.
BTC’den 2006 yılında devreye girdiğinden bu yana 1,8 milyar varil petrol taşındı. Türkiye hattan bugüne kadar 12 milyar dolarlık gelir elde etti.
Nabucco Doğal Gaz Boru Hattı Projesi
Nabucco projesi Temmuz 2009’te Ankara’da Türkiye,Avusturya, Bulgaristan, Macaristan, Romanya ve AB Komisyonu Başkanı tarafından imza altına alınmıştır. Bu proje de esas olarak Rusya’nın enerji piyasasında by-pass edilmesi amaçlıdır. Rusya’nın Kafkasya’da büyük gaz tedarikçileri olarak görülen Kazakistan- ki Şangay İşbirliği Örgütü üyesidir- ve Türkmenistan ile ciddi miktarlarda alım sözleşmesi yapması ve Nabucco’nun tam kapasiteyle çalışmasını sağlamak için gerekli olan İran gazının ambargo sebebiyle karşılanamayacak olması, projenin handikaplarını oluşturmaktadır. Ancak tüm handikaplara rağmen Doğu-Batı enerji koridorunun açılması stratejik bir hesap olduğundan,yaşanan tüm gelişmeler karşısında projeyi yenileme ve geliştirme çabaları sürüyor ve sürecektir. Şöyle ki
Avusturya’nın gaz ve petrol şirketi OMV, Azerbaycan doğal gazını Avrupa’ya ulaştırmak üzere kurulan Nabucco batı boru hattı projesinden ayrıldığını açıklamasıyla projede rafa kalkma tehlikesiyle karşı karşıya.
OMV merkezinden yapılan açıklamada, Şah Deniz 2 sahasındaki doğal gazı Avrupa’ya ulaştırmak üzere kurulan konsorsiyumun, gazı, “daha ekonomik olduğu gerekçesiyle” TAP adlı alternatif bir boru hattı ile Avrupa’ya ulaştırmak istediğini bildirdiği ve bu önerinin kabul edildiği belirtildi.
OMV açıklamasında, şirketin Azerbaycan doğal gazının Avrupa’ya ulaştırılmasına ilişkin projelerde faaliyet göstermeyi sürdüreceği ve mevcut boru hattı üzerinden alternatif yollardan doğal gazın Avrupa’ya ulaştırılmasında rol oynayacağı bildirildi.
Türkiye’nin de taraf olduğu Nabucco projesinde Azeri doğal gazı, Türkiye, Bulgaristan, Romanya ve Macaristan güzergahını izleyerek Avusturya üzerinden Avrupa’ya ulaşacaktı. Ancak, Şah Deniz 2 sahasında faaliyet gösteren konsorsiyumun alternatif olarak önerdiği TAP boru hattı Nabucco’ya oranla daha kısa bir yol izleyerek gazı Türkiye üzerinden İtalya’ya ulaştırıyor. TAP boru hattına Azerbaycan, Türkiye, İsviçre, Norveç ve Almanya’nın ortak olduğu bildirildi. (http://ekonomi.bugun.com.tr/tap-darbe-vurdu-haberi/696319)
Haritadan da görüleceği üzere hattın Avrupa tarafına düşen kısmında teknik bir takım değişikliler yapılsa da proje de Türkiye’nin ve Kuzey Kürdistan’ın rolü ve gerekirliği değişmemekte.
TANAP (Trans Anadolu Boru Hattı Projesi)
Projenin doğu tarafı önemli oranda Kuzey Kürdistan’dan geçmektedir. Dolayısıyla Türkiye’nin ve dolaylı olarak Avrupa ve ABD’nin projenin geleceği konusunda K. Kürdistan’a ilişkin yaklaşımlarının önem kazanacağını söyleyebiliriz. 21. Yy’ın ilk çeyreğinde Doğu ve Batı blokları arasındaki çekişmenin Suriye ve son olarakta Ukrayna’da önce vekaleten ve sonra direk savaşa dönüştüğü koşullarda enerji alanında daha agresif bir dış politika izleneceği söylenebilir. Aynı zamanda bu agresif politikaların sonuçları da aynı düzeyde yakıcı olacaktır. Nitekim kapitalizmin genel krizinin şu anki aşamasında Batı eksenli piyasa kapitalizminin kendi içsel doygunluğuna, 1970’ler sonrasından 11 Eylül 2001 tarihine kadar olanki süreçte, neo-liberalizm sayesinde ulaştığını söyleyebiliriz. Ancak Afganistan müdahalesiyle birlikte neo-liberalizm, emperyalist dış politikanın ihraç malzemesi olmuştur. Neo-liberal uyum öncelikle devlet müdahalesinin minimize edilmesini içerir.Mevcut durumda daha çok asya tipi üretim tarzının mirası üzerinde yükselen doğu tipi devlet despotluğu buna engel durumdadır. Bu çerçevede batının saldırgan dış politikası karşısında Doğu’nun devletçi kapitalizmi, daha çok kendi hinterlandını koruma pozisyonunda olmuş fakat gerektiğinde de 2008 yılındaki Güney Osetya’da olduğu gibi savaşmaktan da geri durmamıştır. Bu veriler ışığında şimdi TANAP’a göz atabiliriz.
“Avrupa’nın ve Türkiye’nin doğalgaz ihtiyacını karşılamayı bunun yanı sıra bölgede gaz çeşitliliğinin sağlanmasını hedefleyen proje öncesinde dev yatırımlara imza atan Azerbaycan ve Türkiye’nin, enerji alanında Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı ve Bakü-Tiflis-Erzurum Doğal Gaz Boru Hattı Projeleri ile ivme kazanan stratejik iş birlikleri, 2008 yılında PETKİM’in SOCAR tarafından satın alınmasıyla daha da kapsamlı hâle gelmiştir.
26 Aralık 2011’de mutabakat zaptı imzalanan, 26 Haziran 2012’de de Hükümetler arası imzaların atıldığı TANAP, Türkiye ve Avrupa’nın doğal gaz arzına, Azerbaycan Şah Deniz-2 sahası ve ilave kaynaklardan doğal gaz tedariğiyle büyük katkı sağlaması düşünülmektedir.
Giriş noktası Azerbaycan, Türkiye sınırı Türkgöz girişi olan 56 inçlik hattın, Avrupa’ya çıkış noktaları Yunanistan ve Bulgaristan sınırları, Türkiye içi çıkış noktaları ise Eskişehir ve Trakya bölgesi olacaktır. TANAP Projesi için öngörülen 4 aşamanın ilki 2018’de ilk gaz akışıyla gerçekleşecek. 2020’de yıllık 16 milyar metre küp olacak kapasitenin, 2023’te 23 milyar metre küp, 2026’da ise 31 milyar metre küp seviyesine kadar ulaşması hedeflenmektedir. ( http://www.tanap.com/tanap-nedir)
Türkiye’nin bugünkü yıllık maliyet kalemlerinden en fazla olanı enerji harcamaları olmaktadır. Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu`nun (EPDK) 2012 yılı Petrol Piyasası Raporu’na göre, rafinerilerin kapasite kullanımı 2011 yılında yüzde 74.8 iken, 2012 yılında yüzde 78.7’ye çıktı. Ham petrol temininde dışa bağımlılık ise, 2011 yılında yüzde 88,1 iken, 2012 yılında yüzde 89,3’e yükseldi.
Türkiye bu açığı K. Kürdistan’ı ve kendi coğrafyasını geçiş güzergahı yaparak belli bir nebze de olsa gidermeye çalışmaktadır.
Türkiye – Güney Kürdistan Petro-Politik İlişkileri
Türk devletinin G.Kürdistan ile ilişkileri Osmanlı dönemine ve 1. Dünya Savaşından sonra Irak Devletinin kurulmasına müteakiben süregelmiştir. Özellikle Musul ve Kerkük’ü şöven irrendantist politikaların malzemesi yapmıştır. Bu arayışların sonuçsuz kaldığı durumda ise en azından bu alan üzerindeki hak arayışlarıyla, ekonomik ve siyasi tavizler koparmaya yönelmiştir. Ancak özellikle Türk devletinin 2008 Şubat’ında Zap operasyonu sonrasında ilişkiler farklı bir mecraya geçmiş durumdadır. Bu operasyondan sonra Türk devleti, askeri güç kullanmak suretiyle PKK’yi tasfiye edemeyeceğini iyice anlamıştır. Ayrıca operasyonu gerçekleştireceği an’a kadar Güney Kürdistanlı partilere karşı tutumu da “kırmızı çizgiler içerisinde kalmaktaydı. Zap operasyonun başarısız kalmasından sonra Türk devleti Güney’e ilişkin tutumunda değişikliğe gitmiş ve geçmişe dayalı işbirliğini, PKK var olduğu müddetçe, zayıf bir stratejik işbirliği seviyesine çıkarmıştır. Nitekim Türk devleti 2010 yılında da Hewlér’de konsolosluk açmıştır.
Türkiye Güney’le geliştirmiş olduğu ekonomik ortaklığını aynı zamanda KDP şahsında, Güneyi siyasi anlamda kendi uydusuna almaya dönüştürmüş vaziyettedir.Türk devleti açısından bugün iki temel tehdit algılaması vardır. Bunlardan birincisi Kürt Ulusal Birliğinin oluşumu, ikincisi ise Rojava’da Kürtlerin PYD öncülüğünde iradeleşmesidir. Türk devleti Güney politikasında özellikle KDP’yi, hem diplomatik alanda hem de ülke içi siyasi koşullarında – PDK Bakur gibi oluşumları teşvik ederek- PKK’ye alternatif olarak sunup Kürdistani bir birliğin ve aynı zamanda Rojava Devriminin boşa çıkarılmasında görevlendirmektedir. Türkiye’nin KDP ile ilişkilerini, bir taşla kuş katliamı yapmaya benzetmek yerindedir. Bu ilişkilerle Kürt Ulusal Birliğini engelliyor, Rojava’ya karşı Kürdi fakat suni bir tepki ortaya çıkararak, devrimin gerçekleşmesini engelleyemezse bile hızını sekteye uğratarak etkisini kırmaya çalışıyor. Türk devletinin Sünni – İslam tutumu Suriye meselesiyle iyice rafine olmuş durumdadır. Yine KDP ile ilişkileri sayesinde Şii eksende hareket eden Bağdat hükümetini dengelemiş oluyor. Bunlara ek olarak Türkiye, bölgesel emperyalist bir güç olmasına en büyük engel olarak enerji alandaki dışa bağımlılığını görmektedir. Kendi sınırları içerisindeki rezervler ihtiyacını karşılamaktan uzaktır. Nitekim var olan petrol ve elektrik enerjisi üretiminin önemli oranda K.Kürdistan topraklarından karşıladığını da not etmek gerekir. Türkiye bu ihtiyacını iki şekilde gidermeye çalışmaktadır. Birincisi Kafkasya – Hazar petrol ve doğal gazının Avrupa’ya taşınmasında geçiş ülkesi olmak ikincisi ise, Güney Kürdistan’dan uygun fiyata petrol alımına gitmek. Tabi G. Kürdistan’ın diğer petrol zengini ülkelere oranla siyasi olarak daha zayıf durumda olması da Türkiye açısından büyük avantaj sağlıyor.
Peki bu ilişkilerle Türk devletinin güncel ve stratejik olarak bu kadar ekonomik, siyasi, diplomatik kazancı bulunurken KDP’nin hesabı nedir ? Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani, Time dergisiyle yaptığı röportajda şunları söylüyor: “Türkiye’nin sahip olmadığı bir şeye ihtiyacı var, biz de sahip olmadığımız bazı şeylere ihtiyaç duyuyoruz. İki taraf arasındaki uygun anlaşma buradan kaynaklanıyor. Bunun siyasi bir yönü yok. Ekonomik bir konu. … Herkes, Türk politikasının ne olduğunu biliyor ve anlıyor. Türk politikası herhangi bir Kürt bağımsızlığına karşıdır. Bu, açıktır… Türkiye’nin her zaman, askeri olarak bizi engelleyecek gücü vardır. … Evet, [bağımsız Kürdistan için] gayet iyi bir fırsata sahip olduğumuz kanısındayım. Ama birçok zorluğumuz da var. Bir bağımsız Kürdistan için, en başta, çevremizdekilerden en az bir ülkeyi buna ikna etmeliyiz. Onları ikna etmeden bunu yapamayız. Denize çıkışı olmayan bir ülke olarak, bir ortağımız olmalı. Bölgesel güç olan bir ortağımız buna ikna olmalı ve uluslararası düzeyde, bir büyük güç de bunu desteklemeli. Tam şu sırada istediğimiz, Irak içinde ekonomik bağımsızlığa sahip olmak… (akt.Cengiz Çandar, Radikal, 25/12/2012)
KDP orijinli ya da ona matuf kişi ve kurumların Türkiye ile geliştirilen ilişkileri bağımsızlığa giden yol şeklinde tarif etmeleri ve bu sebeple ortaya konulan her politik girişimin mübah sayılması gerektiği tespiti, Neçirvan Barzani’nin bu ifadeleriyle suya düşüyor. Evet Türkiye kesinlikle bağımsızlığa giden bir yol olamaz. En idelize edilmiş hayal koşullarında, Türk devleti tamamen kendisine bağlı, PKK’siz bir Kürt devletine evet diyebilir.Peki Kuzeyde, Rojavada, Rojhilatta, Avrupada ve Kafkasyada milyonları bulan halk desteğiyle PKK’siz Kürdistan mümkün mü? Türkiye sadece çıkarlarını gerçekleştirmek için ortaklık anlaşmaları yapmaktadır.
Ana hatlarıyla Türkiye – KDP ilişkilerini ifade ettikten sonra, petrol ve doğal gaz boyutuna geçebiliriz. Türkiye’nin G.Kürdistan’la petrol konusundaki ilişkilerinde Londra merkezli ve oranın borsasında kayıtlı Genel Energy ayrı bir yer tutmaktadır. Bu şirket 2002 yılında ilk çalışmalarına Taq Taq sahasında başlamıştır. 2004 yılında Tawke sahasıyla ilgili olarak ta üretim ortaklığı sözleşmesi imzalanmıştır. 2009 yılında Miran sahasında da %25 lik bir payla ortak olmuş sonrasında ise tamamını almıştır ve akabinde Peşhabur ve Ber Behr’de de petrol kuyuları açılmıştır. 2012 yılında ise %44 lük payla Bina Bawi’de lisans elde etmiştir. Harita üzerinden açıklarsak
Bu petrol sahaları içinde öne çıkan sahalar Taq Taq ve Tawke sahalarıdır.
Taq Taq sahası Kerkük’ün 60 km kuzeybatısında, Hewler’in 85 km güneydoğusunda olup, Süleymaniye’nin 120 km kuzeybatısındadır. 951 km2 lik bu sahada yaklaşık olarak 600 milyon varil petrol olduğu ve Genel Energy’nin payı 267 milyon varil olarak hesap edilmiş durumda. 12 üretim kuyusunda günlük üretim 120,000 varil olup 2014 yılında hedef günlük 200,000 varildir. Ayrıca buradaki petrolün gravitesi 40’ın üzerinde olup 30’un üzerinde olduğunda petrol piyasasında çok kaliteli olarak kabul edilir.
Duhok’un kuzeyinde olup 637 km2 lik genişliğe sahip olan Tawke sahasında ise hesap edilmiş rezerv 713 milyon varil olup bunun Genel Energy’e düşen payı 178 milyon varildir. Burada operatör şirket Norveç merkezli DNO’dur ve 2014 yılı hedefi günlük 200,000 varil petroldür.
Belirtmiş olduğumuz bu rezerv değerleri Türkiye’nin petrol açlığını giderecektir. Bu yüzden bazı boru hatları döşenmiş olup bunlara ek olarak yeni hatlar da karar altına alınmıştır.
“Edinilen bilgiye göre bu hat Genel Enerji’nin kontrol ettiği Taq Taq ve Tawke petrol sahasından çıkarak, Zaho-Fishabur üzerinden Türkiye sınırına kadar gelecek ve Silopi yakınlarından Kerkük-Yumurtalık boru hattına bağlanacak. Kerkük-Yumurtalık boru hattında da artan petrol sevkiyatı için genişletme çalışmalarının tamamlandığı öğrenildi. İlk aşamada günde 400 bin varil petrol akması planlanan hattan 2015’te günde 1 milyon varil, 2019’da ise günde 2 milyon varil petrol akacak. Mehmet Emin Karamehmet ve Mehmet Sepil’in kurduğu sonradan Nat Rothschild’in ortak olduğu Genel Enerji, Londra’da borsaya kote bir şirket ve Kuzey Irak’da bu alanda en büyük oyuncuların başında geliyor. ( http://enerjienstitusu.com/2013/11/15/genel-enerjinin-kuzey-irak-turkiye-arasindaki-boru-hattindan-gunluk-400-bin-varil-petrol-tasinacak/)
Genel Energy’nin Güney Kürdistan Hükümeti ile ilişkileri çok boyutlu devam etmektedir. Çıkan bazı haberlere göre “Mehmet Emin Karamehmet’e ait Genel Enerji, Miran Sahasındaki hisselerinin yüzde 25′ini Kürt yönetimine sattığını duyurdu. Genel Enerji, Miran Sahası’ndaki payını Kürdistan Özerk Yönetimi’ne sattı. Satışla birlikte payı yüzde 100′den yüzde 75′e düştü. 761 km2 büyüklüğündeki Miran Petrol Sahası’nda 95 milyon varillik potansiyel bulunuyor.Genel Enerji, Ağustos 2012’de yüzde 25 oranındaki hisseyi almasının ardından Ocak 2013′te kalan yüzde 49 hisseyi 294 milyon dolara devraldığını duyurmuştu
( http://enerjienstitusu.com/2014/02/26/genel-enerji-miran-petrol-sahasindaki-yuzde-25-hissesini-kurt-yonetimine-satti/)
Türk devleti Genel Energy’nin yanı sıra kamu şirketi olarak Turkish Energy Company (TEC)’i kurmuş durumda. Gerek Neçirvan gerekse de Mesud Barzani’nin Türkiye ziyaretlerinde enerji işbirliği konusu, PKK ve Rojava meseleleri ile birlikte temel gündemi oluşturmuştu. Daha önce Güneydeki varlığını özel şirketler vasıtasıyla gerçekleştiren Türkiye şimdi ise bizzat kamu kurumları vasıtasıyla bölgede rol almak istemektedir. Teknik detayları dışında bu durum basında da yer almaktadır.
“Enerji devi Exxon Mobil ve Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın (TPAO) Kuzey Irak’ta kurduğu Turkish Energy Company’nin (TEC) Konsorsiyumu geçtiğimiz hafta ilk kez sahaya indiler. Kürt bölgesindeki 6 petrol blok sahasında EXXON ile ortaklık kuran TEC’in, bölgedeki Beşika, Pirmam, Betwata, Erbat Doğu, Kara ve Kush bölgelerinde EXXON Mobil ile yüzde 33 ortaklığı bulunurken, TPAO, geçtiğimiz hafta Başbakan Erdoğan aracılığı ile Barzani yönetiminden 6 saha daha istemişti. Barzani, Diyarbakır’daki tarihi buluşmanın ardından Çoman, Halakan, Erbet blokları için Türkiye’ye olumlu cevap vermişti. Dün itibari ile Kürt yönetiminin TEC’in talep ettiği diğer 3 Blokun da verilmesi yönünde karar aldığı ifade edildi. Exxon Mobil ve TEC Konsorsiyumu dün itibari ile (25.11.2013) ilk kez sahaya indiler. Kürt petrolleri içinde en karlı petrol bloku olarak adlandırılan Pirmam bölgesinde araştırmalara koyulan yetkililer, Pirmam’a bağlı Sartke ve Hacî Ahmed köylerinde önümüzedeki yılın(2014’ün) ilk çeyreğinde kuyu açacakları öğrenildi. Bölgedeki uzmanlar her iki kuyudan günlük 700 bin varil petrol çıkarılıp nakledilebileceğini ifade ediyorlar. (http://www.impr.org.tr/enerji-isbirligi-irak-kurdistan-bolgesi-turkiyenin-bolgedeki-ne-guclu-partneri-oluyor/#.UxdhQPmSw3Q)
İşte Türk devleti KDP ile bu sözleşmeleri imzalarken tam da bu sözleşmelerin arefesinde KDP yetkililerinin Rojava’ya ilişkin ifade ettikleri bizlere bu demeçlerin nerelere dayandığı konusunda açık ip uçları vermektedir. Öyle ki Mesud Barzani’nin Diyarbakır ziyareti ( Diyarbakır diyoruz çünkü kendisi Amed’i ziyaret etmemiştir) öncesinde Rojava’ya ilişkin “Demokratik Birlik Partisi (PYD), Rojava’da devrim yaptığını iddia ediyor. Kime karşı kazanılmış bir devrim bu? Tek yaptıkları şey, rejimin onlara teslim ettiği yerlerde söz sahibi olmak” şeklinde bir takım ifadelerde bulundu. Bu sözleri Erdoğan’ın ziyaretine icabet etmesinin arefesinde sarf etmesi, bu ve benzeri görüşmelerin “ne pahasına yapıldığını ortaya koyuyor. Yine kendisi gibi yeğeni Neçirvan Barzani’nin de Kürdistan’ın dört parçasında ve Avrupa’da 15 şubat komplosunu protesto edildiği bir sırada Türkiye’de Rojava’yı tanımadıklarını ifade etmesi de aynı gerçeğe işaret ediyor. Ayrıca Kürt Ulusal Konferansı’nın bir an önce gerçekleştirilmesine dönük Kürt Halk Önderi Sn Öcalan’ın Mesud Barzani’ye yazdığı mektubun görüşüldüğü zaman Güney Kürdistan Hükümeti Dış İlişkiler sorumlusu Felah Mustafa’nın yine Rojava’yı tanımıyoruz açıklaması, Türkiye’nin Ulusal Konferans ve Rojava hassasiyetlerini bilen bir kişi ya da hükümetin adeta Türk devletine verilmiş bir mesajı mahiyetindedir. Nitekim bu sürecin devamında en son KDP Polütbüro (Mektep Siyasi) sözcüsü Cafer Eminki’nin sözleri Barzani’ye iletilen mektubun bir çeşit cevabı niteliğindedir.
Genel hatlarıyla ortaya koymaya çalıştığımız Türkiye – KDP ilişkileri ve buna dönük yapılan açıklamalar, petrol konusunda nasıl ve ne çeşit bir mutabakatın olduğunu gösteriyor. Öyle anlaşılıyor ki çok olağanüstü bir durum gelişmezse aralarındaki uzlaşı uzun bir süre daha devam edeceğini gösteriyor. Türk devletinin Güney’deki çıkarları hali hazırda istediği ölçülerde devam etmekte. Yeni anlaşmaların da olabileceği sinyallerini veriyor. Türk devleti petrol sektöründeki gücünü önemli oranda buraya aktaracağı öngörülebilir. Nitekim Güney Kürdistan Hükümeti Doğal Kaynaklar Bakanı Aşti Hawrami’nin Türk yetkililerle yaptığı görüşmede Türkiye’yi, K.Irak Kürt Bölgesi petrolü ve doğalgazı için sadece bir kanal olarak görmüyoruz, bir ortak olarak düşünüyoruz dediği basına yansımış durumdadır ve bu ifade ileriye dönük politikaların nasıl şekilleneceğini de ortaya koymaktadır. Ancak şurası bir gerçek ki yapılan bu anlaşmalar Kuzey Kürdistan’daki “çözüm sürecini yakından ilgilendirmektedir. Şayet süreç hükümet tarafından anlamlı bir müzakere sürecine dönüştürülemez ve çatışmalar tekrardan baş gösterirse KDP’nin tutumu da Türk devletine paralel gelişecektir. Nitekim KDP Polütbürosunun, PKK’yi Kuzeydeki barış süreci’ni engellemekle suçlaması, bundan bağımsız düşünülemez.
Güney Kürdistan Hükümeti menfaatleri için elbette ki bir takım ekonomik, ticari ilişkileri içerisine girebilir buna söylenecek pek fazla bişey yoktur. Ancak mühim olan şey bu ilişkilerin ne pahasına geliştirildiğidir. Eğer bu ilişkiler, Kürtlerin önünde tarihsel bir görev olarak duran ulusal birliğin engellenmesi, yıllardır Baas rejimi altında kimliksiz bırakılmış Rojava halkının iradesinin kırılması, Kuzeyde halkın büyük bedeller sayesinde gelliştirdiği gücünün zayıflatılması temelinde geliştiriliyorsa, o vakit kimse tarihin vereceği mahkumiyet hükmünden kaçamayacaktır.
Remzî Nemir
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.org – www.navendalekolin.com – www.lekolin.net – www.lekolin.info