İktidar-devlet merkezli hegemonik uygarlığın, faşist yüzünü temsil eden bir gerçek olarak paramiliter güçlerin getirilmek istendiği son aşamayı ve neden giderek yoğunlaşan tarzda bu yola başvurulduğunu çözümlemek gerekiyor.
Devletler neden gittikçe paramiliterleşiyor?
Devletler, düzenlerini askeri yöntemlere başvurmadan korumanın yollarını da aramışlardı. Hukuk, Hammurabi’den bu yana yazılı olarak devlet ve iktidarın belirlediği sınırlar dışında bir yaşam biçimine eğilim gösterilmemesi üzerine kuruludur. Bir devletin hukuksal yapısının ne kadar demokratik olup olmadığı tartışmasına girme gereği duymadan bir şey ifade etmek gerekir. Her devletin, yarattığı hukukunun yanıtlayamayacağı hakikatlerle karşılaşması kaçınılmazdır. Bu, toplumsal tarihin on binlerce yıllık diyalektiğinin bir sonucudur. O halde askeri/militarist yöntemler, ‘her devletin mecbur kaldığı değil, doğası gereği bu yolu benimsediği bir gerçeği ifade eder’ denebilir. Devlet için önemli olan, var olan düzenin sürdürülmesidir, gerisi teferruattır. Zira Önder Öcalan da devleti, halkların özgür ve demokratik yaşamlarına karşı dizayn edilmiş bir ajan kurum olarak tanımlar.
Bu durum, kendiliğinden oluşan ve adi bireysel ya da kitlesel düzensizliklerden kaynaklanmaz. Devletin, askeri zoru ve paramiliter yapıları devreye koyduğu yegane gerçeklik, toplumsal muhalefettir. Bu, iktidar ve devlet karşıtı olup toplumun demokratik, eşit, adil ve özgür bir ortamda ve sistemde yaşamasının istendiği süreçlerdir. Geçen iki yüzyıl boyunca kültürel, sosyalist, feminist, anarşist ve ekolojist akım, düşünce, ideoloji ve örgütlenmeler etrafında gelişen demokratik ve özgürlükçü hareketlerin varlığı, direnişleri ve elbette kazanımları, devletlerin gayri nizami savaş taktiklerini devreye koyması ve bunun araçlarını kullanmaları için birer ‘gerekçe’ olmuştur. Ancak yine de devlet, ‘son çare’ olarak elindeki tüm imkanları paramiliterleşmeye harcamaya başlamıştır. Bunun iki temel sebebi vardır.
Birincisi, demokratik ve özgürlükçü direnişlerin bastırılamayışı ve bu direnişler sonucunda halkların gittikçe artan oranda somut kazanımlar elde etmesidir. İkincisi de bilgiye ve örgütlenmeye hızlı ulaşılabiliyor olmasıdır. Hegemonik sistem, her ne kadar yalanı ve manipülasyonu yaşamın her yerine yaymışsa da aynı şekilde doğru bilgiye ulaşmak da artık oldukça kolaydır. Doğru bilgi, doğru düşünmeyi ve buna göre konumlanmayı, doğru yaşamayı ve tabii ki doğru örgütlenmeyi de getirir. Bu, sadece gelişen teknoloji ve iletişim yollarıyla açıklanamaz elbette. Özgürlük ve demokrasi mücadelesi yürüten her birey, halk veya yapı, artık kendisini fazlasıyla kanıtlamıştır. Bu açıdan halkları ve bireyleri de bu haklı mücadelelerine bir biçimde dahil etmede daha ikna edici olmuştur.
Bir başka sebep ise devletin meşruluğu ile ilgilidir. Diyalektiği gereği, haklı mücadeleler büyüdükçe haksız olanın kim veya ne olduğu daha da görünür olmaktadır. Saptırılmış hakikat ve devlet aklıyla inşa edilmiş gerçekler her geçen gün birer birer yıkılırken evrensel ve toplumsal hakikati arayış çabaları da gittikçe artıyor. Bu nedenle devletlerin paramiliterleşmesi ve paramilitarizmin yerelleşmesine göz yumması, aslında gittikçe kaybolan meşruluğunu korumak içindir. Devlet ve iktidarın, ömrünü uzatmak için uyguladığı politikalardan birinci derecede kendisinin sorumlu tutulmasının önüne geçmek ve ortaya atılacak suçlardan muaf olmak amacı güdülmektedir. Geçtiğimiz yüzyılda bile devletlerin bu düzeyde bir kaygıları yoktu. İşte bu kaygıyı yaratan da büyüyen direniş hattı ve bilginin hızlı dolaşımıdır. Buna karşı devlet ve iktidarın son çaresi de tümden paramiliterleşmektir.
3’üncü Dünya Savaşı’nın yürütücü gücü paramiliter yapılar
3.Dünya Savaşına girişi ifade eden 20. yüzyılın son çeyreğinden başlayarak, küresel ve bölgesel hegemonik iktidar ve devletlerin hem kendi aralarında hem de demokratik-özgürlükçü çizgiye karşı savaşında artan oranda teknik silahları kullanması, bu açıdan teknolojiyi silah ve zor aygıtlarının gelişimine koşturması, yukarıda belirtilenler kadar, devletlerin, savaştaki insan ve değer kayıplarını iç politikada anlatamaz olmasıyla da ilgilidir. Fakat tıpkı eski savaşçıların dediği gibi ‘Savaş, ancak meydanda kazanılabilir’dir.
Askeri teknik gelişimin de tek başına yetmediği, bugün dünyanın birçok yerinde yaşanan savaş ve direnişlerle kanıtlanmıştır. Önder Öcalan’ın ‘En büyük teknik, insandır’ belirlemesi, belki de bu nedenle daha fazla önem kazanmıştır. Teknik, meydanda yürütülmek zorunda kalınan savaşın sadece bir boyutu olabiliyor. Bu nedenle ve fakat devletlere, bir savaşı meydanda kazandıracak temel araç ise artık ordular değildir. Bugün gerek IŞİD, gerek Haşdi Şabi, gerekse ABD-RUS paralı askerlerinin “Düzenli ordular dönemi bitti; yaşasın paramilitarizm!” dediklerini duyar gibiyiz. Paramilitarizm, eğer bir devlet ve iktidarın, genel anlamda da küresel ve bölgesel hegemonik güçlerin sömürgeci, soykırımcı ve emperyalist amaçlarını yerine getirmeleri amacıyla bizzat devlet eliyle örgütlendirilip donatılan ve yetkilendirilen harici askeri yapılanmayı ifade ediyorsa bugün, bunu yaratan bu akıl artık savaşı paramiliter güçler olmadan sürdüremiyor. Özellikle ABD’nin Afganistan ve Irak’taki savaşlarda yaşadığı sıkıntılı süreçleri örnek alırsak, başta yine ABD olmak üzere neredeyse tüm devletlerin artık hiçbir savaşa doğrudan ordularıyla girmediğini görebiliriz. Ordular artık yardımcı güç, teknik destekçi, eğitimci ya da merkezi komuta gibi rollerle sınırlı tutulmaktadır. Bu, devletler tarafından ordulara dair verilen temel rollerin değişmesiyle ilgilidir. Dolayısıyla ordular, sahadaki paramiliter güce bağımlıdır. Onsuz sahada kalamayacağını bilmektedir. Bu nedenle de sahada savaşan paramiliter güçlerdir, devletlerin orduları değildir.
1. Bölüm: YENİ PARAMİLİTARİZM ve KÜRT’ün ‘HARİCİ’ DÜŞMANLARI BÖLÜM 1: KISA ARKAPLAN
Fırat Cûdî
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi