28 Nisan 2010 Çarşamba Saat 15:56
0
21
TR
:” ”
:””
” “,” ”
” ”
Hayatı dolu, kararlılığı zirvede yaşarken, döneme damga
vuran özgürlük haykırışları arasında gittiğinizi ajansların internet
sayfalarından öğrendim. İşte son acı haber size ilişkindi Andok ve Zana
yoldaşlar.
Acı haberler yüreklerde büyük sızıya yol açsa da, gözyaşları
akıtsa da, özgür yaşamı daha fazla anlamlandırmaktan başka bir anlama
gelmediğini hep söyleyen siz değil miydiniz gözüm.
Şahadet haberinizi alırken ağladım, gözyaşlarımı sessizce
içime akıttım. Anınıza çok büyük saygısızlık olacağını düşündüğüm için
ağladığımı belli etmedim. Zaten hayat felsefeniz böyle değil miydi?
Giden her yoldaşın arkasından büyük acı ve üzüntü duymamak
mümkün mü? Ama sakın yanlış anlamayın, üzüntümüz çaresizliğimizden değil,
acımız ise çöküşümüzden değil, aksine anlam gücünü daha fazla derinleştiren
duygu yoğunluğuna işarettir. Sonuçta acı, toplumsal özgürlüğün olmazsa olmaz
temel ölçüsü değil mi? Acı duymayı bilmeyen, özgürlüğün farkına varabilir mi?
Acının ne olduğunu bilmeyen, hayatın saf, berrak, temiz yanının farkına
varabilir mi? Acıyı yaşamayan devrim gibi zor bir yolda iradesini
çelikleştirebilir mi?
Andok ve Zana yoldaşlar
İtiraf etmeliyim ki, arkanızdan ağlamamak, yas tutmamak
gerektiğinin çok iyi farkındayım. Hatta ikiniz hazır olsaydınız ‘şehidin
arkasından ağlanmaz derdiniz, eleştirirdiniz. Çünkü hepimiz biliyoruz ki,
özgürlük büyük bedeller gerektiren bir hedeftir. Zaten yaşamı güzelleştiren,
özgürlüğü anlamlı kılan bedel değil mi?
İlk karşılaşmamızı hatırlar mısın, Zana yoldaş. Ben
hatırlıyorum. Xınere’de cennet bu olsa dedirten Lolan suyunun o muhteşem
güzelliğin kıyısında tanışmıştık. İlk karşılaşmamızda hemen derin sohbetlere
dalmıştık. Kelareş ve Şehidan’da gerillacılık yapmıştın ya, o çıplak yaylalarda
gerillacılığın ne kadar zor ve bir o kadar muhteşem olduğunu bir de senden
dinlemiştim.
Kelareş’ten döndükten sonra gördüğün bir devrelik eğitim
ardından düzenlenmen Başkanlığa yapılmıştı. KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat
Karayılan arkadaşın güvenliği ve gerektiğinde şoförü olacak kadar güven
vermiştin. Bir fedai olarak her türlü göreve hazır olduğunu zaten
ispatlamıştın.
Ya Lolan çayında olta ile balık avına çıkmaya ne demeli.
Gerçi gruptan kimse olta ile balık tutmada profesyonel sayılmazdı, ilk zamanlarda
balıkların yakalanmaması bundandı. Sen de olta ile balık yakalamada pek
becerikli sayılmazdın ama olsun, balık yakalamayı gerillacılık görevleri
arasından çıkarırsak, geriye bir sorun kalmıyordu. Ama neyse ki Delil Simko ve
Bahtiyar arkadaşlar bu konuda tecrübeliydi ve boşluğu fazlasıyla
dolduruyorlardı.
Xınere’nin o dolambaşlı dağ yollarında arazi cipini ne büyük
maharetlerle kullanırdın. Patikayı andıran kıvrak yollardan korkusuzca nasılda
süzülürdün.
Ve derken düzenlenmen yeniden yapıldı. Zaten daha
başkanlıkta iken, hep Kuzey eyaletlerine gitme hayaline sahip olduğunu
söylerdin. ‘Nerede hareket, orada ben’ deyişin unutulur mu hiç? ‘Gerilla savaş
alanında olmalı’ sözün hala kulaklarımda çınlıyor.
Düzenlenmenin ardından selamlarını hep aldım ama Kuzey
eyaletlerine gitme dayatmasını da hep duydum. Ve gittin, hep hayalini kurduğun
sıcak savaş sahasına kavuştun işte.
Peki ya sen Andok yoldaş. Nerede karşılaştığımız hatırlar
mısın? Ben hatırlıyorum. 2007 Nisanı olmalı. Yanılmıyorsam 4 arkadaş beraber
düzenlenmiştiniz. İlk günlerde sessizdin. Sonra anladım ki, bu sessizliğin boş
bir sessizlik değil, anlamaya çalışan ve katkı sunacak bir pratiğin sahibi olma
kararlılığındandı.
O zorlu, geliş-gidişlerin çok yoğun olduğu, hareketli
günlerin yaşandığı Xınere’de düzenlendiğin çalışmaya çok erken adapte olmuştun.
Nöbetçi ve subay olmadığın zamanlarda bile bir gözün hep güvenlikteydi.
Yaşamının 24 saati arkadaşın güvenliği üzerine kurmuştun, bunu aynı zamanda bir
tarza kavuşturmuştun.
Amed delikanlısı, ya o hep felsefik içerikli olan
tartışmalarını kim unutabilir. İnce zekanla her soruya, her yaklaşıma, her
anlayışa verdiğin felsefik yanıtlar ve felsefik yaklaşımlara ne demeli.
Ya Serxwebun’u kızdırmak için yapılan planları hatırlar mısın?
Hani tartışırdık “Serxwebun’da sinir sistemi yok, peygamber gibi arkadaş
derdik. Planlar yapardık, kızdırmaya çalışırdık. Sabrını ölçerdik. Ama her
seferinde başarısız kalırdık. “Serxwebun sinir sistemini bağışladın mı? En
azından bir tepki ver dememize karşı gülerek yanıt vermeye devam ederdi.
Ve sen dayanamazdın “bir yöntemim var, bir de ben deneyeyim
derdin, başlardın anlatmaya. “Eğitim devremizin sonunda diyerek başladığın
sözlerine, “Serxwebun arkadaş savunmalardan bulduğu bütün çarpıcı sözleri
defterine yazar, platforma kalkan arkadaşı önce süzer, ardından kafasında
oluşturduğu şablonlarla, o arkadaşı defterine yazdığı sözlerle eleştirmeye
başlardı derdin. Serxwebun arkadaş yine kızmazdı, “abartma, o kadar da değil
derdi ve yine gülmeye devam ederdi.
Sürekli hayalini kurduğun Amed’i ağzından düşürmezdin. “Bi
Amed’e gidelim mi? deyişin hiç unutulur mu yoldaş. Hiç düşünmeden “evet
derdik ve sen közde çay kaynatırdın, “bakın bu Amed çayı derdin. Ardından
sigara ikram ederdin, “tütünümüz yok ama hazır sigarayı Amed çayı yanında tütün
niyetine içelim deyişini ne kadar da özledim.
Köz çayı ile sık aralıklarla Amed yolculuğuna çıkarırdın
bizi. Özgür Kürdistan hayalini ne güzel de Amed ile birleştirirdin.
Ya sana kurduğumuz komploları… Komplo dedim de, öyle
bilinen karakterde komplolar değil. Yeteneklerini arkadaşlara gösteren, açığa
çıkaran girişimleri kastediyorum. Sesinin çok güzel olduğunu ve çok güzel
şiirler yazıp okuduğunu uzun süre bizden gizlemiştin ya, bize dert olmuştu.
Özellikle şiir yeteneğini keşfettikten sonra, yakayı kurtamaz olmuştun bizden,
uygun zamanlarda ne güzel okurdun şiirleri. Okuduğun şiirlerin çok özgün,
anlamlı, felsefik içerikte olduğunu, şimdiye kadar başka yerde bu şiirlere
rastlamadığımızı söylediğimizde, mütavaziliği yine hiç elden bırakmıyordun.
Kendin yazdığını söylemeye utanırdın.
‘Okuduğum şiirleri ben yazdım’ demeye utanıyordun.
Biliyorum, utangaçlığın mütevaziliğindendi. İşte bu yönünü bildiğimiz için
Başkanlık güvenliğinden düzenlenmen yapıldığında sana bir komplo yapalım dedik.
Bayan arkadaşların yanında çekingen olduğunu bildiğimiz için tam da Pelin,
Jiyan ve Tekoşin arkadaşların da hazır olduğu bir sırada “Andok arkadaş çok
güzel şiirler yazar ve okur, ayrıca sesi de çok güzel, gitmeden o muhteşem şiirlerini
dinlemeniz lazım diye tutturmuştuk. Ve sen ısrarlara karşı daha fazla
direnmeden başlamıştın okumaya. O güzel ve özgün sesi nasıl bu kadar
gizleyebilmiştin hayret.
Ayrılık vakti ne kadar da zordu. Yıllarca bir yaşamı
paylaştığın arkadaşlardan ayrılmak kolay değildi. Ama hep hayalini kurduğun iç
eyaletlere gitmek için hazırlık yapacağın için de çok mutluydun. İç eyaletlere
gideceğini duyduğumda, sevinç ve hüznü beraber yaşadım. Sevindim çünkü hayalin
gerçekleşmişti, hüzünlendim çünkü bir daha görüşmemek de vardı işin sonunda.
Andok ve Zana yoldaşlar, ikinizde o hep hayalini kurduğunuz
Kuzey eyaletlerinde buluştunuz işte. Kızıltepe’de eylem haberini
televizyonlardan öğrendim. Aynı akşam geç saatlerde “polisler Kızıltepe’de
kimliği belirsiz iki kişiyi infaz etti haberini ise ajanslardan okudum. Son
haber beyinde bir kıvılcım gibi çaktı. İkisi arasında bir bağ olduğuna dair
kuşku yoktu.
Kuşku yoktu ama kimlikler açıklanmamıştı. Kızıltepe’de
buluştuğunuzu kimlik bilgilerinin açıklanmasından sonra öğrendim.
Kızıltepe’de 13 yaşındaki Uğur Kaymaz’ı yaşından çok mermi
sayısıyla katleden katillerle hesaplaşacaktınız. İkinizinde ne kadar yetenekli,
cesaretli ve yaratıcı olduğunuz iyi biliniyor.
Ama gazetelerde okudum, eylem ardından küçücük bir kulübeye
sığınmışsınız. Sığındığınız küçücük kulübeye vahşi ve kalleş yöntemlerle ölüm
kusmuşlar. Binlerce mermi, roketatar, el bombası ve TNT kalıpları ile
bulunduğunuz kulübe tahrip edilmiş. İkisi de bu hatayı yapmaz, nasıl o kulübeye
sığınmışlar konusu muamma olarak kalmadı anlayacağınız.
İşin aslını sonradan öğrendim. Ne kadar mükemmel bir plan
hazırladığınızı, fedaice bir eylem hazırlığınızda olduğunuzu sonradan öğrendim.
Eğer şans biraz yanınızda olsaymış, tarihe geçecek bir eylem
gerçekleştirecekmişsiniz. Lanet olsun, işte şans her zaman insandan yana
olmuyor.
Hazırladığınız planı uygulamadan fark edilmişsiniz, zorunlu
çatışmaya girmişsiniz yani. Uğur Kaymaz’ın katillerinden biri hakettiğini
bulurken, diğerleri ucuz atlatmış. Geri çekilirken bir de araba çevirmişsiniz
yoldan, hızla oradan uzaklaşmak istemişsiniz. Ama şansızlığın bu kadarı da
olmaz dedirten bir kazaya maruz kalmışsınız. İçinde bulunduğunuz araba kaza
yapmış. Çatışmayı kazasız atlatırken, araba kazasında yaralanmışsınız.
Sürünerek ancak birkaç metre ötede olan o kulübeye mecburen sığınmışsınız.
Cellatlar kaza yerinden kan izlerini takip ederek
bulunduğunuz kulübenin etrafını sarmışlar. Etrafınızı yüzlerce cellatın
sarmasına rağmen, hiç ikircikliğe düşmeden kanımızın son damlasına kadar
savaşacağız diye haykırmışsınız. Cellatlara ikinci bir dersi de özgürlük için
her yerde direnmeye devam edileceğini söylerek vermişsiniz.
Araba kazasında yaralı olmanıza rağmen kanınızın son
damlasına kadar direneceğinizi haykıran sloganlarınız cellatları şoke etmiş. Ve
dört yandan başlamışlar ateşe. Bedenlerinize yüzlerce kurşun isabet etmiş. Ama
ruhunuzu ele geçirmemeleri içlerinde dert olarak kalmaya devam edecek.
Andok ve Zana yoldaşlar siz bir kez daha bedenlerimiz
kurşunlarla parçalanabilir ama ruhumuza asla dokunamazlar kuralını pratikte
ispatladınız. Ruhumuza ve düşüncemize kurşun geçirebilecek bir güç henüz bu yer
yüzünde yok çünkü. Olmayacak da. Özgürlük ruhu ve düşüncesine kurşun
geçirilebilir m?. Asla!
Olduğunuz yerde rahat olun. Yoldaşlarınız hayallerinizi ve
özlemlerinizi gerçekleştirme dışında bir seçeneği kabul etmeyecek. Anınız her
zaman, her yerde yaşayacak, yaşatılacak. Bunu bilin, yeter!
Şahan Dicle
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info