07 Ağustos 2016 Pazar Saat 08:42
“Tarih ne içindir?
sorusuna “Elbette ki insanın kendini bilmesi içindir. yanıtını veren politik
insan bilinçliliğinin ulaştığı düzey, apolitik insan yetiştirme çiftliğine
dönüşen klasik devlet-ulus düzenini ve onun özel savaş rejimi biçimindeki
kurgulanışını her geçen gün daha çok kuşatmakta, belirli sınırlara çekilmeye
zorlamaktadır.
Hakiki olanın kendi varlığını koruması ve her alanda kendi
yaşamının kurucu öznesi haline gelmesi, özsavunma, direniş ve mücadele gücü
olarak kendini örgütlemesi anlamına gelen demokratik özerklik çalışmalarının
daha ilk adımda devletin topyekun şiddetiyle karşılanması, bu nedenle şaşırtıcı
değildir. Zemin kaybettiği ölçüde daralması, despotik faşist bir saldırganlık
halini alması devletin karakteri gereğidir. Şaşırtıcı olan, sistemin bu bilinen
karakterinin “kısa süre içerisinde defalarca tekrar edilmiş olmasına rağmen, siyasal
aktörlerin bunu ya bütünlük içerisinde görememeleri ya da görseler bile
anlamlandırma ve karşı pratik tutum alma gücünü gösterememeleridir.
Özel savaş rejiminin gerçekleri perdeleme, baş aşağı ederek
kitleleri uyutma ve yönetme faaliyetlerinin doruk düzeye ulaştığı bir dönemden
geçiyor olmamız, bu yetersizliğe gerekçe oluşturmaz. Nihayetinde kırk yıllık
mücadele gerçekliği, her birimizin yaşamının içinden geçen ve olağan olana yer
tanımayan, olağanüstü koşulların olgunlaştırdığı bir mücadele gerçekliğidir.
Kıyısından, köşesinden değdiği hayatları bile etkileyen, dönüştüren bir
mücadeleden söz ediyoruz. O halde her şeyin etkileşim halinde olduğu bu zeminde
siyaset özneleri olarak nasıl böyle etkisiz kalabildiğimizi gerçeklere bağlı
kalarak sorgulamamız, tanımlamamız gerekir.
Nasıl ki evrende her şey belirli bir nedene göre var olmaya ve
hareket etmeye belirlenmişse, siyaset ve siyasetçi de sahiplik ettiği toplumsal
ideale göre olmak, oluşmak durumundadır. Eğer siyaset, “gerçekliği sürekli
olarak üreten ve yeniden üreten , hakiki insanın her an yeniden sınandığı bir
faaliyet, bir özgürlük alanı ise, siyasetçi de bu alanın hareket halindeki
bilinci ve eylemi olmalıdır. Sadece aklıyla değil hisleriyle de ve sadece
hisleriyle de değil, olanca tutkusuyla da buna katılmalıdır. Böyle olunmadığı
taktirde demokratik modernite ve ulus kuramına uygun bir “halkların
demokrasisi ni inşa edemeyeceğimiz açıktır. Bu nedenle aklı başka, hisleri
başka konuşan, tutku düzeyi belirsiz ve verili uygarlık sisteminin sınırlarını
aşmakta isteksiz davranan, gel-gitli siyaset anlayışlarının hangi ideale veya
amaca göre gelişip gelişmedikleri her zaman tartışma konusu olmuştur. Halının
altına süpürmek veya kaçış teorilerine sarılmak yerine, açıktan tartışmak ve
çözüm üretmek devrimci demokratik geleneğin bir gereğidir. Bu geleneğin
yarattığı direniş kadar, yaşanmakta olan ayak sürümeler, yalpalanmalar, lakayt
ve yüzeysel bürokratik yaklaşımlar da mevcuttur. Ve binbir emekle oluşturulmuş
toplumsal bağların, ilişkilerin bu yaklaşımlar sebebiyle bir aşınma ve erezyona
uğrama tehlikesiyle karşı karşıya olduğu da bir gerçektir.
Tüm bunlar, siyasal bir tercihin, bilinçli bir eğilimin kaçınılmaz
sonuçları olarak gerçekleşmiyorsa, neye göre gerçekleştiğini izah etme
sorumluluğumuz doğar. Kurucu iradenin geliştirdiği kuram ve kurum ilişkisi, tüm
açıklığı ve netliğiyle orta yerde duruyor. Vasat bir aklın ve bilincin herhangi
bir zorlanma yaşamadan kavrayabilme yeteneğini sergilediği koşullarda, politik
insanın bunun gerisine düşmesi, en basitinden ilgisizlik ve inceleme basiretini
göstermemek olur ki, bu da başlı başına kendinin ve bulunulan yerin bilincinde
olmama, bilmeme halidir. Oysa Çinlilerin deyimiyle “Kuşlar bile sesleri
dostlarında yankı bulsun diye öterler. Kurucu iradeye saygı, kuram ve kurum
ilişkisini doğru kurmaktan ve doğru pratikleştirmekten geçer. Orta sınıf
siyaset anlayışıyla kurucu iradenin devrimci mücadele anlayışını birbirine
karıştırarak muğlaklaştırmak, dengeci tutumlar gözetmek iki temel sonuca yol
açar.
Birincisi halkın birikmiş, açığa çıkmaya-patlamaya hazır devrimci
enerjisini boğuntuya getirir. Sömürgeci saldırganlığın “kuşatma ve bastırma
politikalarının önünü açar.
İkincisi halkın özgüven ve inancını yitirmesine yol açar.
Sessizlik dönemleri ve faşizmler, bu zemin üzerinden yükselir.
Halbuki kurucu irade, “halkların demokrasisi ni devrim önünde bir
bent oluştursun diye değil, bir nehir akışkanlığında devrimci dinamizme kanal
oluştursun, radikal demokrasiyi pratikleştirsin diye yaşamsallaştırmak
istemiştir. Bunun bilinciyle hareket etmek bir sorumluluk işidir. Tıpkı bunun
sorumluluğuyla hareket etmenin bir bilinç işi olduğu gibi. Ne kimsenin bizi ve
ne de bizlerin birbirimizi ya da başkalarını kandırmasına yer vermeyecek
açıklıkta bir süreci yaşıyoruz. Kurucu irade saldırı altında, halk
gerçekliğimiz ve direnişimiz saldırı altında. Özel savaş rejimi, Kürdistan
kimlikli Kürdün özgür varlık olma bilincini ve bu bilincin yaşam hakkına
yönelik sürekli bir saldırı içerisindedir. Çünkü devlet-ulus olarak varlığını
ancak Kürdün yokluğu üzerinden yaşatabileceğine inanmaktadır. Gösterdikleri tüm
refleksler bu yönlüdür ve Rojava’da, Başur’da, Rojhılat’ta karşılaşılan tüm
işaretler, izler bunu göstermektedir.
O Halde Ne Yapmalı?
Bir defa özgürlük olmadan barışın olamayacağını bilelim ve bunun
için daha çok özgürlük, daha çok hakikat isteyelim. Özgürlüğü ve hakikati
amaçlamayan hiçbir çaba bizleri halkların demokrasi şöleni olan demokratik
ulusa ulaştırmayacak. Topyekun saldırı altına alındığımız bir zamanda “silahlara
veda tınısını barındıran kurulmuş her cümle, teslimiyetçilikten ve özel savaşa
hizmet etmekten başka hiçbir anlam taşımayacaktır. Mao’nun belirttiği gibi “Dağlara
Çıkma İlkesi Nin Geçerli Olduğu Bir Zamanda Yaşıyoruz. Bu koşullarda savaş
ancak karşı direniş ve mücadeleyle ortadan kaldırılabilir ve silahtan kurtulmak
için silaha sarılmak zorunludur.
Siyaset alanındaki güçsüzlük, Kürdistan ve Türkiye devrimci
demokratik geleneğine ait olma bilincinin zayıflığından ve bu temeldeki
pratikten yoksunluktan kaynaklanmaktadır. Bu geleneğe bağlı olmak öncelikle
verili olana, maddi olana teslim olmamak ve akıldan önce vicdanla hareket
etmesini bilmektir. Özel savaş rejiminin 30 Ekim 2014 tarihli MGK’da aldığı
karar, topyekun savaş kararıdır. İmralı’da “çözüm süreci adı altında yürütülen
görüşmeler de bu topyekun savaş kararının bir parçası, bir operasyonu haline
getirilmiş ve öyle yürütülmüştür. Siyaset alanı bunun bilinciyle güçsüzlüğünün
kaynağı olan devrimci pratikten yoksunluğuna yöneldiği ve bunu radikal demokrasi
ile aşma gücünü gösterebildiği ölçüde gerçek işlevine bağlı kalarak rolünü
oynayabilecektir.
Özel savaş rejiminin faşist cephe hükümeti öncülüğünde ülkemizde
açık bir savaş yürütülmektedir. Buna karşı basın açıklamalarıyla, kınama ve
tencere-tava protestolarıyla durulamayacağı ortadadır. Mademki yüzyılın
faşizmiyle karşı karşıyayız diyorsunuz, o halde yüzyılın devrimci-demokratik
direnişini sergilemek ve sonuca götürmek boynunuzun borcudur. Burada düşünür
“tarihin mekanı şimdidir, tarih bugünde ikamet eder derken, kuşkusuz soyut bir
değerlendirmede bulunmuyordu. Tarih ve şimdi ilişkisi bağlamında an’ın
görevlerine ve gerekliliklerine işaret ediyordu. Bugün görevimiz, varlığımıza
yöneltilmiş bu açık özel savaş saldırılarına karşı devrimci mücadeleyi büyütmek
ve geliştirmektir. Zamanın seyrine göre hızla hareket etmek ve hemen her alanda
hiçbir boşluğa yer tanımadan kendini tahkim etmek, mevcut tüm bileşenleri buna
göre harekete geçirmek, dönemin izlenmesi gereken stratejisi olurken
halklarımızın özlemi olan geniş bir devrimci-demokratik cepheyi, bloğu meydana
getirmek de dönemin temel güncel görevi olarak önümüzde durmaktadır.
Özgürlük hareketinin bu yönlü adım adım geliştirdiği pratikleşme,
her gün kendisini giderek daha fazla hissettirecektir. Özel savaş rejiminin
dayattığı topyekun savaşa karşı topyekun direniş ve Devrimci Savaş Komünalizmi
ile yanıt oluşturmak, her inşa çalışmasının buna göre kendini pratikleştirmesi
anlamına gelmektedir. Siyaset alanından da beklenen, bu gerçekliğe göre kendini
oluşturması ve konumlanmasıdır.
Sonuç olarak, saldırının ve savaşın olduğu her yerde direniş de,
hendek de olacaktır: Olması değil, olmaması sorgulama konusu edilmelidir.
Faşizme karşı direnerek kimliğini ve onurunu korumak, hakiki insan olmanın bir
vasfı ve amacıdır hendek ise bunun basit taktik araçlarından sadece bir
tanesidir. Tahakkümün ve sömürünün yaratmak istediği kulluk ideolojisinin ve
onun itaat kültürünün varlık bulduğu her zeminde reddedişin soylu direnişi ve
özgürlük mücadelesi de olacaktır. Neticede hakikat bir imkandır. Yazanın
deyişiyle hep bir “belki nin, bir “sanki nin arkasındadır ama özgürlüğe
yürüyüşün imkanı olarak hep vardır. Ve önemli olan düşe kalka da olsa sapmadan
ve saptırmadan yolda olmasını bilmektir.
Nasur Bilge
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info – www.navendalekolin.com
0
21
FR
HE
:” ”
:””
text-align:justify
text-indent:14.2pt
mso-line-height-alt:0pt
” “,”serif”
:FR
O Halde Ne Yapmalı?Nasur BilgeKürdistan Stratejik Araştırmalar Merkeziwww.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info – www.navendalekolin.com