Tarihsel süreçler incelenirken bazı temel doğruların sürekli akılda tutulması hayatidir. Çünkü ilkelerden oluşan kuramsal bakış olmaksızın tarihin anlamlandırılması mümkün değildir. Kuramsal çerçeve olmaksızın tarihsel neden sonuç ilişkisini kurmak çok zordur. Nitekim klasik pozitivist tarih bakış açısı tarihi bu şekilde bir olaylar silsilesi şeklinde ele almakta ve bu nedenle sadece tarihsel kişilere ve olaylara odaklanmaktadır.
Tarihte karşılaştırma yönteminin de ancak bu kuramsal ilkeler çerçevesinde yapılabileceğini vurgulamamız gerekir. Yoksa var olup nihayete eren tarihsel olgular doğa bilimlerindeki gibi kıyaslanamaz. Bu çok kaba bir bakıştan öte mana üretmeyen bir çaba olacaktır. Bu nedenle tarihin toplumun şekillenme zamanı olarak ele almak ve tarihsel birikimin evrensel bir toplumsallık çerçevesinde görmek gerekir. Önderlik bu genel çerçeveyi “devletçi uygarlık”-“demokratik uygarlık” diyalektiği ile kurmaktadır. Biz de karşılaştırmayı bu genel kuram üzerinden yapabiliriz.
Tarih birbirinden kopuk olaylar şeklinde ilerlemez. Bu nedenle tarihsel sürecin hiçbir dönemi veya tarihsel hiçbir olgu anlam kazandığı yapısal zeminden koparılarak ele alınamaz.
FAŞİZMİN 20. YÜZYILIN BAŞINDAN İTİBAREN KAZANDIĞI FORM
Faşizm pratiğinin ilk öncülü olarak İttihat ve Terakki’nin alınması hem faşizm evrimini anlamada hem de bu partini üzerine inşa edilen T.C. sistemini çözümlemede oldukça önemlidir. Zaten özgün olarak TC’nin devlet olarak tarihi faşizmin nasıl biçim değiştirdiğini gösterir. Bunun da ötesinde faşizmin 20. Yüzyılın başından itibaren kazandığı formları daha iyi algılamak için İT’nin misyonunu görmezden gelmemek gerekir. DAİŞ ve Nazi partisinin ele alacağımız ilk benzer nitelikleri de İT’den oldukça etkilenmiş olmalarıdır.
İT’nin kapitalist dünya sisteminin yarı çevre bir bölgesinde kurduğu dönemsel bir diktatörlüğün ulus devlet sisteminin faşizm gibi yapısal niteliğinde önemli bir aşama olduğu iddiası genel bir bakışla abartılı gelebilir. Aynı şekilde İT’nin kendini feshinden biri 15 yıl sonra Almanya’da iktidara gelen, diğeri 96 yıl sonra Ortadoğu’da devletleşen iki örgütlenmenin atası şeklinde değerlendirmek zorlama bir yorum olarak görülebilir. Çünkü İT’nin on yılık(1908-1918) iktidar pratiği Türkiye tarihi açısından çok ciddi sonuçlar doğurduğu ne kadar kesinse küresel düzeyde baskın bir etki yaratmadığı o kadar doğrudur. Fakat bu somut durum bu pratiğin temel bazı sonuçlar açığa çıkarmadığı anlamına gelmez. Bu parti sistemin insanlık dışı özelliklerini pervasızca sergileyerek faşizan zihniyetin ilk örneklerinden biri olmuştur. İT aynı zamanda ulus devlete içkin olan bu nitelikleri anlamada önemli olanaklar da sunar.
İT kapitalist modernite zihniyeti ile yetiştirilmiş asker sivil bürokrasinin devleti kurtarma gerekçesine sığınarak kurduğu bir örgütlemedir. Herhangi bir toplumsal tabana dayanmayan ve dayanmak istediği sınıfı(Milli Burjuvazi) da zorla yaratmayı hedefleyen bir yapılanmadır. Bu kliğin iktidarı faşizmin en geri özelliklerini sergileyecektir. Bu süreç tekrarlamak gerekirse TC tarihi boyunca sürecektir ve günümüzde de AKP-MHP faşizminde görülmektedir.
İT’nin bu iki oluşumu pratik olarak nasıl etkilediğini ele alarak bu benzerliği daha somut hale getirebiliriz. Nazi Partisi’nden başlarsak ilk ifade etmemiz gereken İT’nin doğrudan etkilerinin bu oluşumda daha kolaylıkla görebildiğimizdir. Çünkü Birinci Dünya Savaşı boyunca Osmanlı’nın müttefik olması Alman militarizminin üyelerinin İttihatçılarla beraber hareket etmesine yol açmıştır. Bu kişilerin bazılar ileride doğrudan Nazi Partisinde yer alacaklardır. Bu durum Alman faşistlerin İttihatçı suçlardaki payını göstermekle kalmaz ayrıca İttihatçılardan etkilenmeyi de gösterir.
Sadece verili ülke ile sınırlı kalmayıp başka topraklara yayılma isteğinin ateşlediği saldırganlık Nazi Partisindeki İttihatçı esintilerin bir diğer yanıdır. Bu saldırganlığın tüm milliyetçiliklerde açık veya örtülü yer aldığı doğrudur. Fakat faşist zihniyette saldırganlık merkezi bir konumdadır ve meşrulaştırma arayışının ana gövdesini oluşturur. Bu açıdan Türklerin yaşam alanı olarak mitleştirilen ve Asya’nın neredeyse tümünü içine alan “Turan” ülkesi düşüncesinin Nazizm’deki Alman halkının “Hayat Sahası”(Lebensraum) kavramı ile benzerliği barizdir. İki faşizmde başka halkların toprağını işgal etmeyi ve bu halkları ortadan kaldırmayı bir ölüm kalım meselesi olarak ele almaktadır. Türklerin dünya egemenliği ülküsünün simgesi “Kızıl Elma” ile Nazizm’in bin yıl sürecek imparatorluk, 3. Reich (Tausendjähriges Reich ve Drittes Reich) imgesinin benzerliği de dikkat çekicidir.
İT’nin sosyal Darwinci ve korporatizmi esas alan Fransız sosyologlardan esintili bir toplum analizi olduğu bilinmektedir. Gücü yaşamın temel dinamiği olarak kutsayan bu bakış açısının Alman Nazizmine göre çok yavan olduğu açıktır fakat bu etkileşimin bir parçasını da bu düşünce oluşturur. Toplumun homojenleştirilmesi İttihatçı zihniyetin temel motifidir. Bu temelde 1915’de gündeme gelen Ermeni-Süryani soykırımı Kürtlerin yok sayılmasıyla devam edecektir. Tek tipleştirme ulus devletin çekirdeğinde yer alsa da büyük çaplı müdahalenin ilk örneği olan bu pratik Nazi Partisine örnek olacaktır. Yahudi soykırımı öncesi Hitler’e atfedilerek aktarılan “Bugün Ermenileri kim hatırlıyor” sözü bu etkinin en somut göstergesi olmaktadır.
AKP DAİŞ’İN HEM ZİHİNSEL HEM DE PRATİK KAYNAĞI
İttihatçı faşizmin DAİŞ’e yansımaları ise aradan geçen 96 yıla karşın oldukça güçlüdür. Bu yansımanın ilk yönü kuşkusuz DAİŞ’in AKP faşist zihniyeti ile hareket etmesinden görülmektedir. Günümüzde AKP’nin DAİŞ’in hem zihinsel hem de pratik kaynağı olduğu aslında herkesin bildiği bir sır durumundadır. AKP ve DAİŞ ilişkisini salt destek verme, paravan olarak kullanma bağlamında ele almak yüzeysel bir yaklaşım olur. AKP, DAİŞ ve cihadist türevlerinin zihinsel kaynağıdır. 12 Eylül ile birlikte ABD’nin Yeşil Kuşak projesi kapsamında hazırlanan AKP’nin devletçi İslam’ı Ortadoğu’daki demokrasi ve özgürlük arayışlarını engellemek için kullanma işlevi belirgin niteliklerinden biridir. Bir dönem “Ilımlı İslam” gibi adlandırmalarla da ele alınsa da bile esası kapitalist modernitenin Ortadoğu’ya tam anlamıyla hâkim olma çabasının ürünü olan bu hareketin maneviyat vurgusu makyajdan öte bir anlam taşımaz. Kaldı ki AKP’nin MHP ile girdiği faşist ittifak çerçevesinde dini motiflere daha az vurgu yapması da onun özünü değiştirmez. AKP-MHP faşist ittifakının Yeşil Türk faşizmi ve Kara Türk faşizminin tarihsel ittifakı olduğu hatırda tutulmalıdır. Bu iki faşist eğilimin anası İttihat ve Terakkidir. Bu nedenle AKP-MHP birlikteliğini güncellenmiş İttihatçılık olarak ele almak gerekir. DAİŞ’i İT’ye bağlayan temel sütunda AKP ile ilişkisidir. Aynı zihniyet, aynı akıl bu oluşumları biçimlendirmektedir.
Bu çerçeveden bakıldığında DAİŞ’in Kürt düşmanlığı da daha iyi anlaşılır. Kürt düşmanlığı İttihatçılığın her çeşidinde esastır ve DAİŞ’te de yansımasını bulmuştur. Bu örgütün her yerde Kürt halkına saldırması sadece onun stratejik planlamalarıyla ya da AKP’nin yönlendirmesinden kaynaklanmamaktadır. Kuşkusuz hegemonik güçlerinde Rojava’da filizlenen devrim düşüncesini boğmak istemesi de bu saldırıların bir etkenidir. Fakat bu aynı zamanda Türk faşizminin şekillendirdiği düşün dünyasındaki Kürt düşmanlığıyla da ilişkilidir. DAİŞ faşizmin tüm gücüyle Kürdistan’ın her parçasına saldırması bu düşmanlığın eseridir.
DAİŞ’in soykırım pratiği her şeyden önce İttihatçıların 1915’ini anımsatmaktadır. Kişinin boynuna kılıç dayayıp din değiştirmeye zorlamak 1915 soykırımının temel motifidir ve yüz yıl sonra DAİŞ tarafından tekrarlanmıştır. Topluma vahşice kadın şahsında saldırılması da eril devletçi sistemin her noktasına sinmiş olsa da bu pratiklerde en uç noktasına varmıştır. 1915’te sadece Ermeni halkı değil aynı zamanda Süryani halkı da kırıma uğratılmış ve özellikle Kuzey Kürdistan’daki Ezidi Kürtler üzerindeki yoğun baskı da bu tarihte yoğunlaşmıştır. Akabinde TC’de Kuzey Kürdistan’da Kürtlüğün kökünü temsil eden Ezidi nüfusu adım adım tüketecektir. DAİŞ’in öncelikle Şengal’e yönelmiş olması da bu bakımdan kesinlikle tesadüf olarak görülemez.
İT’nin ümmetçilik söyleminden uzak durması onun zihniyetinde devletçi İslam’ın yeri olmadığı anlamına gelmez. Aksine Türkçü ırkçılık İslam’ı sürekli araçsallaştırmıştır. Tüm bu faktörler göz önüne alındığında İT’nin hem Nazi partisine hem de DAİŞ’e hem pratik uygulama hem de zihniyet açısından kaynaklık ettiğini ifade edebiliriz. Bu iki faşist akım için araştıracağımız diğer benzer yanlarında çoğunlukla İttihatçılarda da olduğunu ekleyebiliriz, keza modernizm tüm bu akımları kapsayan ortak şemsiyedir.
Leyla EGİT
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi