31 Mart 2017 Cuma Saat 04:31
Baban Mîrliği Direniş
Şehrizor ve çevresinde hüküm süren Baban Mîrliği, Güney
Kürdistan’ın eski ve güçlü Mîrliklerden birisiydi. 1786 yılında merkezleri olan
bugünkü Süleymaniye kentini İbrahim Baban Paşa kurmuştu. Baban Emirliği’nin
önemi, Osmanlı ile İran arasında sınır bölgesinde bulunmasından kaynaklanıyordu.
Bu nedenle Baban, Osmanlı ile İran arasında sürekli yıpranmaktaydı. Baban
Emirliği’nin kuvvetli, etkin ve iyi bir ordusu vardı.
Aşiretçilik ve Milliyetçilik kitabında, Baban’lara
ilişkin yazılanlar şöyledir
“Baban emirliği Güney Kürdistan’da, Süleymaniye çevresinde
oluşmuş özellikle 1550–1850 yılları arasında belirgin bir rol oynamıştır.
Osmanlı İmparatorluğu’na bağlıydı. Pers yanlısı Kürt Emirliği Erdelan’a karşı,
Osmanlı Devleti yanında işgal hareketine katıldı. İran Devleti’nin de sınırında
olmaları nedeniyle zaman zaman saf değiştirerek güç artırmaya çalışmıştır.
İkili bir karakter göstermiştir.17. yüzyılda Osmanlı Devleti’yle bağlılıklarını
geliştirerek, Paşa unvanını aldılar. Beylik sınırları içinde kalabalık nüfus
yaşıyordu. Aşiretli olanlar reisler aracılığıyla yönetiliyorlardı. Aşiretli
olmayanlar ise Emir’in atadığı valiler aracılığıyla yönetiliyorlardı. Yönetim
sık sık değişiyordu. Yönetime yeni gelen kendi kadrolarıyla geliyor ve ona göre
görevlendiriliyordu. Değişiklik sık sık olduğu için göreve gelen yetkililer
maddi güçlerini arttırmak için katlı bir sömürü uyguladılar. Bürokrasi
sistemleşmedi, sık sık değişti. Ayrıcalıklı olanlar aşiretsiz köylüler üzerinde
katı bir tahakküm kuruyorlardı. Bu emirliği 1820’de ziyaret eden James. C. Rich
gözlemlerini aktarırken, saray içi örgütlenmenin Osmanlı Devleti’nin bir
taklidi olduğunu belirtir.
Babanlarda, Abdurrahman Paşa 1789 yılında emirliğin başına
geçti. Baban Emirliği’nin bağlı olduğu Bağdat Valisi, Abdurrahman Paşa’nın
Emirliğin başına geçmesini istemiyordu. Bağdat Valisi’nin bu tutumuna karşı
Abdurrahman Paşa kuvvet kullanmak suretiyle emirliğin başına geçti. Abdurrahman
Paşa ilk günden itibaren Bağdat Valisi’nin sultasından kurtulmak istiyordu.
Emirliğin başına geldiğinde, Bağdat’ın emirlik içişlerine karışamayacağını ilan
etti. Abdurrahman Paşa döneminde emirliğin güç ve etkinliği daha da arttı ve
Abdurrahman Paşa tüm Kürdistan’ın en etkin hükümdarı haline geldi.
Bu gelişmeler üzerine Osmanlı İmparatorluğu, Abdurrahman
Paşa’nın etkinliğinin artmasından daha fazla endişelenmeye başlar ve dengelemek
için rakip bir aşiret reisini Süleymaniye emirliğine atar. Bu durum karşısında
Baban Beyliği 1806 yılında ayaklanır. Abdurrahman Paşa’nın 24 yıllık iktidarı
boyunca emirlik bünyesinde altı büyük savaş olmuştu. Fakat 1806’daki bu
direniş, çok daha kapsamlı ve geniştir. Ayaklanan Abdurrahman Paşa, yeni atanan
Süleymaniye Emiri’ni öldürür ve Osmanlı’ya karşı büyük bir başarı elde eder.
Fakat Osmanlı büyük bir güçle direnişin üzerine gider. Savaş, zaman zaman İran
Kürdistan’ına da taşırılır. Üç yıla yakın süren bu savaşta Abdurrahman Paşa
kuvvetleri, büyük başarılar elde etmiş ve direnişi kazanmak üzereyken,
Abdurrahman Paşanın kardeşi Halit Paşa ve bazı akrabaları kendisine ihanet
edip, Osmanlı saflarına geçerler. Hareket bu nedenle 1808 yılında bastırılmış
olur. Abdurrahman Paşa’nın oğlu Ahmet Bey 1812 yılında yeniden direnişe geçse
de erkenden bastırılır. Parça parça direnişler başka Mirliklerde olduğu gibi
hep sürer.
Kürt Teşisi yine dönmüştür. İsyan edenin en yakınında duran
ve en yakınında olması gerekenler, rant ve küçücük çıkarlar elde etmek için
karşıtlarının yanına geçerek arkadan hançerleme rolünü, binyıllar öncesindeki
Enkidu gibi yerine getireceklerdir.
İkinci direniş Bilbaslar direnişidir (1818). Bu direniş
ağırlıklı olarak bugün Doğu Kürdistan diye bildiğimiz alanlarda gelişir.
Giderek çevreye yayılan bir direniştir. Nahçivan, Erivan ve Xoy’daki İran
göçebe Kürtleri de katılır. Esasta farklı bir karakteri olan bir direniştir. Egemenlerin
yani Kürt üst sınıfının bir başkaldırışından ziyade, köylülerin ve
topraksızların bir direnişidir. Osmanlılar, İranlılarla ortaklaşarak bastırmaya
çalışsalar da, yer yer yayılacak ve farklı alanlara kayacaktır. Ancak
örgütsüzlükten dolayı ezilecektir. Sınıf karakteri itibariyle de önemle ele
alınması gereken direnişler oldukları bir o kadar kesindir. Yine aynı yüz yılda
benzer birçok direnişin Osmanlılara ve İranlılara karşı geliştiğini belirtelim.
1830–33 yılları arasında Sincar dağı etrafındaki Êzîdî
Kürtleri ve Türkmen İsyanı gelişir, ancak başarı elde edemeden ezileceklerdir.
Birazdan ele alacağımız Mîr Muhammed Paşa, bu isyanı bastıracak ve katliamlar
gerçekleştirecektir.
Rewanduz Direnişi
Mîr Muhammed, 1788’de Rewanduz’da doğmuştur. Mîr Muhammed o
dönemde Kürdistan’da yegâne eğitim yeri olan medresede eğitim görmüş olup
dindar bir kişidir. Revadi aşiretinden gelen babası Sarım Bey’in yerine 1814
yılında Soran Beyliğinin başına geçer. Mele Muhemedê Xatê, Mele Yehyayî Mizorî
gibi isimlerden dindarları da dikkate alan bir kişiliktir.
Mîr, topraklarının savunma gücünün sağlamlaştırılmasına
büyük dikkat gösterir. Mîr Muhammed’in ünlü silah üreticilerini ve inşaat
ustalarını ülkeye davet ettiği, Rewanduz’da ateşli ve ateşsiz silah ve cephane
üretimini örgütlediği, kimi rivayetlere göre 10.000 kimilerine göre 40.000
kişilik ordusuna güçlü silahlar ve üniformalar dağıttığı söylenir. Mîr, Osmanlı
ve İran’ın aralarındaki çelişki ve savaş durumundan yararlanmayı bilir ve
sınırlarını oldukça genişletebileceği zeminler oluşturur. Baban Emirliğini 1827
yılında denetimi altına alır. Daha sonra Behdinan’a yönelir oraları ele
geçirir. Ve 1832 Yılı’nda ise Behdinan’ın tamamını kontrol eder. Hatta Osmanlı
Devleti, onunla karşı karşıya gelmemek için en büyük rütbelerden biri olan
“Mîrê Mîran (Mîrlerin Mîri)” unvanını kendisine verir. Ayrıca İran
da, emirliğin bağımsızlığını kabul etmiştir.
Mîr, Mısır’da Osmanlıya başkaldırmış olan Kavalalı Mehmet
Ali Paşa ile de diyalog geliştirerek dostluk antlaşması imzalamıştır. 30’lu
yılların başında Mîr’in iktidarı artık Musul’dan, İran sınırına hatta İran’ın
kuzeyinde bulunan Azerbaycan sınırlarına değin uzanan geniş bir bölgeye
yayılmıştır. Mîr, 1830 yılında bağımsızlığını ilan eder.
Bu arada yukarıda da değindiğimiz gibi, uygarlık ve dejenere
olmuş aşiret ilişkilerinden uzaklaşarak İslamlığın muktedir formatına
alternatif bir şekilde eski Zerdüşti inançlarıyla İslamlığı da sentezleyerek
varoluşunu gerçekleştiren Kürt Êzîdî topluluğu her türlü iktidar ve hegemonya
güçleri tarafından türlü bahanelerle hedef seçilmişlerdir. Mîr Muhammed de bu
iktidarcı gelenekten geri kalmamıştır. 1831’de Musul çevresindeki Êzîdîler,
Sünni bir Kürt Ağası’nı öldürünce, bu ağanın yakınlarının Mîr’e gelip yardım
istedikleri söylenir. Bunun üzerine Mîr, Êzîdîlerin üzerine yürür. Êzîdî
Toplumu bu saldırı karşısında tutunamayıp, çevreye dağılır. Çoğu Êzîdî
katliamdan geçirilir. Birçok Êzîdî cemaati ortadan kaldırılır.
Öte yandan Mîr’in 1833-34 yıllarında, Bahdinan ve Botan
Emirliğine saldırısı gerçekleşir. Mîr, Behdinan’ı ele geçirdikten sonra, Botan
Beyliği’nin üzerine gider. Ancak Botan Beyi olan Mîr Bedirxan, güçlerini geri
çekerek onunla savaşa girişmez, daha doğrusu kendi toprakları dışında kavgasını
sürdürür. Bahdinan’da sonradan gelişecek isyan ardından Mîr Muhammed, Bahdinan
bölgesini tamamıyla işgal ederek yüzyıllardır var olan Bahdinan beyliğine son
vermiş olur.
Mîr Muhammed’in fetihlerine kayıtsız kalan Osmanlı, artık
önlenemez başarılarını ve hırsını kendileri için tehlikeli bularak
endişelenmeye başlar. Daha fazla güçlenmesini önleyerek, egemenliğine son
vermeyi politik çıkarlarına uygun bulur. Artık önünde Kavalalı Mehmet Ali Paşa
engeli de yoktur.
Bu arada başkaldırının hikayesini sonuçlandırmadan, Kavalalı
Mehmet Ali Paşa İsyanı’nı anlattıklarımızla ilgili olduğu için özetle
anlatmamız gerekecektir.
Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa komutasındaki Mısır
Ordusu, Akka’yı alarak Şam üzerine yürür. Şam’ı alan Mısır Ordusu, Belen
geçidinde bir Osmanlı Ordusu’nu yenerek Adana’ya girer (1833). Ardından da
İstanbul üzerine yürür. Sadrazam Reşit Paşa komutasındaki Osmanlı kuvvetlerinin
de Konya’da mağlup olmasıyla Mısır ordusuna İstanbul yolu açılır.
II. Mahmut, İbrahim Paşa’nın kazandığı bu başarılar üzerine
Ruslardan yardım istemek zorunda kalır. Rus Çarı l. Nikola, bu teklifi kabul
ederek Karadeniz donanmasıyla bir Rus Ordusu’nu İstanbul’a gönderir. Rus
donanmasının İstanbul’a kadar gelmesi, Mısır sorununu bir Avrupa sorununa
dönüştürür. Çıkarları tehlikeye düşen İngiltere ve Fransa, II. Mahmut ile
Kavalalı Mehmet Ali Paşa arasına girerek anlaşma yapılmasını sağlarlar. Bunun
üzerine Osmanlılarla Kavalalı Mehmet Ali Paşa arasında Kütahya Antlaşması
yapılır (1833). Dikkat edecek olursak burada, hem Osmanlıyı peyde pey
zayıflatan İngiliz, Rus ve Fransız üçlüsü, hem de “Boğazdaki Hasta Adamı
ayakta kalmasında ısrar eden aynı üçlü söz konusudur. Hasta adam yeni hegemonya
için zemin tam manasıyla hazırlanıncaya kadar hasta kalmaya devam etmeli, ancak
hastanın yerine geçebilecek ya da hasta öldüğünde gelişebilecek alternatif bir
iktidar gelmemelidir, bu üçlünün tüm amacı budur. Her zaman olduğu gibi
emperyalistler atlarını yine sağlam kazığa bağlamaktadırlar.
Bunun için İngilizler de, Soran Emirliği’nin gelişmesinden
endişeleniyor ve biran önce yok edilmesini istiyorlardı. Çünkü bu bölgede
oluşacak bir Kürt Devleti ya da etkili bir Kürt gücü, İngilizlerin Basra
körfezindeki ve Hindistan’daki menfaatlerine ters olup bu menfaatlere büyük ve
güçlü bir Kürt Beyliği’nin zarar vereceğini düşünmektedirler. Rusların kuzeyden
saldırıları da buna eklenince, İngilizlerin bölgedeki çıkarları tamamen
tehlikeye düşmüş olacaktı. İngilizler, zayıf yönetime sahip ve kendilerine
bağlı Osmanlı yönetiminin bölgede yaşamasını, kendileri açısından daha faydalı
göreceklerdir. Bu nedenle Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın başkaldırısına karşı
Osmanlıya yardım etmişlerdir. İngilizlerin yardımı olmasaydı, Osmanlı
Kavalalı’yı durduramayacaktı. Sırada Soran emirliği vardı. İngilizlerin yeni görevi
bu emirliğin yok edilmesi için Osmanlıya yardım etmekti.
Güncel durumumuz ile şöyle bir kıyaslama yaptığımızda,
Kürtlerin ezilmesinde yine İngiliz parmağını görmemiz hayli ilginç olsa gerek!
Son iki yüzyılda nerede bir Kürt yenilgisi varsa, nerede Kürtlere bir haksızlık
yapılmışsa ve nerede bir komplo oluşturulmuşsa, bunun altından hep İngiliz
parmağının çıkması derince ele alınıp irdelenmesi gereken bir mevzudur.
Soran’ı yıkma görevi, Sivas Valisi ve eski sadrazam olan
Reşit Paşa’ya verilir. 1830 yılının ortalarında kırk bin kişilik bir ordu ile
Soran’a doğru ilerlemeye başlar. Reşit Paşa komutasındaki Osmanlı askerleri,
Kürdistan’da ilerleyerek birkaç ay içinde Rewanduz yakınlarına ulaşırlar.
Geçtikleri yerleri talan ve yağma etmeyi de ihmal etmezler. Reşit Paşa, kendine
boyun eğmeyen Kürt yerleşim yerlerini ezip geçer. Musul ve Bağdat valileri
tarafından komuta edilen iki kuvvetle de buluşup, Soran’a doğru ilerlemeye
devam edecektir. Kaldı ki zaten Soran’ı ezmek için yola çıkıp gelmiştir.
Mîr Muhammed, Reşit Paşa’nın üzerine doğru geldiğinden
bihaber halde Doğu Kürdistan’a saldırmıştır. İran’la arasında olan anlaşmazlık
daha kötü bir hale bürünmüştür. İran, Mîr’in Doğu Kürdistan’a yerleştirdiği
Kürtleri çıkarmak için bir ordu gönderir, ancak sonuç alamaz. Reşit Paşa ile
karşı karşıya gelen Mîr hatasını anlar ve İran’ı tanıyacağını, ona vergi
ödeyeceğini vaat edip iki devletin ortak hareket etmesini önlemeye çalışır.
Ancak bunun için çok geçtir, artık iş işten geçmiştir ve köylü kurnazlığı işe
yaramayacaktır. Rusya ve İngiltere de, Soran’a saldırması yönünde İran’a maddi
ve politik yardımda bulunmuştur. Hatta Tebriz’te bulunan İngiliz konsolosluğu
İran ile Osmanlı Devleti arasında çok yoğun bir diplomatik trafik örerek, Mîr
Muhammed’din nasıl düşürülebileceğinin planlamasını bile yapmaktadır. Böylesi
kıskaca alınmış bir zamanda İran’a saldırması, Mîr’in en büyük hatalarından
biri olmuştur. Kendisine karşı iki cephe birden açılmıştır.
1837’de Osmanlı Ordusu Rewanduz’u kuşatır. Ve Harir’e kadar
ilerler. Dağlık kesime çekilen Kürt Güçleri, geçitleri tutarak geniş bir alanı
kontrol ederler. 40 bin kişilik Kürt Ordusu, direnişiyle Osmanlıları geriletir.
Bu başarısızlık karşısında kurnazlığa başvuran Reşit Paşa, barış önerisinde
bulunur. Reşit Paşa, Mîr Muhammed’in bağışlanacağı ve yine yönetimin başında
kalacağına dair teminat verir. Ona ‘gerçek’ bir Müslüman olarak hitap eder ve
Müslüman kanı dökmemeye davet eder. Reşit Paşa, özellikle Melleleri devreye
sokar. Melleler, Mîr’i ikna etmek için yoğun bir çaba harcarlar. Ayrıca halka
da İslam halifesiyle çarpışmanın haram olacağını, halife ordusuna karşı silah
taşıyanların kâfir olacağına ve karısıyla boşanmış olacağına dair fetvalar
vererek halkı etkilemeyi başarırlar. Zamanında Şengal’deki Êzîdîlerin katledilmesinin
fetvasını da verenlerin aynı kişiler olduğunu da belirtmemiz gerekir.
Hep bildik bir numara temcit pilavı gibi yeniden yeniden
Kürtlerin önüne getirilmektedir. Ancak yeniden pişirilecek olan temcit pilavı
olsa da, söz konusu Kürt Egemenleri olunca kendi çıkarları uğruna bu numarayı
hep yutacaklardır. Bugün de aynı Kürt Elitleri böyle değil midirler?
Kendisi için koşulların elverişsiz olduğunu gören Mîr,
verilen sözlere de kanarak Reşit Paşa’ya gidip halifeye bağlı olduğunu
bildirerek barışı kabul eder. Zaten Mîr’in, Osmanlılarla ideolojik bir sorunu
yoktur. Mîr’in tek bir derdi vardır o da kendi beyliğinin bağımsız kalabilmesi
ve kendisinin Mîr olarak tanınmasıdır. Osmanlı karşıtlığı söz konusu bile
değildir. Kürtlük söz düzeyinde söylenmiş olabilir, ancak özü itibariyle her an
Osmanlıyla ya da İran’la olunabileceğini zaten pratikleriyle göstermektedir.
Mîr Muhammed, İstanbul’a gönderilir. Kendisi hakkında idam
kararı çıkartılmıştır ancak karar gizli tutulmuştur. Bu sırada bağışlandığını
ve ülkesine döneceğini sanan Mîr, 1837 yılında yolda-kimi rivayetlere göre
Sivas, kimisine göre Trabzon, ancak bazı belgelerde ise Amasya’da katledildiği
belirtilir.
Mîr Muhammed Paşa’dan sonra Mîrliğin başına kardeşi Resul
Paşa geçmiştir. 1847’ye kadar yeni Mîr, Soran Beyliğini yönetir. Osmanlılar
duruma hakim olduktan sonra bu kez de, Mîr Muhammed’in kardeşini sürgüne
gönderirler. Böylece başına bir Osmanlı valisi atayarak, Soran emirliğine
tamamen son vermiş olurlar. Genel olarak da, ayaklanma bastırıldıktan sonra Kürdistan
büyük bir katliama maruz kalır. İrili ufaklı birçok beylik tasfiye edilerek
ortadan kaldırılır.
Kürt’ün o bilinen kördüğümünün burada aynen tekrarlanmasını
bir daha görüyoruz. Halkın çıkarı için örgütlenip halk için bir şey yapma
yerine, kendi çıkarı ve kendi ailesi için direnişe kalkılarak on binlerce
insanın katledilmesine yol açılmaktadır. Ayrıca da her zaman gördüğümüz,
egemenlerin işgalci güçlerle çelişkili olmaktan ziyade, hep bir birlik ve
beraberlik içerisinde olduklarıdır. Böyle olunca işgalci güçler tarafından,
istedikleri zamanda ortadan kaldırılabilmek çokta zor olmamaktadır. Burada
taktik, işgalcilerin doğru zamanı bekleyerek bir hamleyle kaleyi içten
düşürmeleridir. Yaptıkları da zaten budur.
Osmanlı askeri komutanlarından olan Reşit Paşa Rewanduz’un
düşürülmesinden sonra bu kez daha küçük ve az tehlikeli olan beylerin ortadan
kaldırılmaları için harekete geçer. Nedeni açıktır görülen köy kılavuz istemez
derler. Kürtlerin zayıflayan Osmanlıya karşı giderek daha fazla uzaklaşacakları
kesin gibidir. Bunun için büyük tehlike olarak duran Bedirxanlara karşı saldırı
harekâtı başlatmadan önce stratejik olarak tehlikeli, ancak taktik olarak
erkenden ortadan kaldırılabileceklerin hedeflenmesi seçilen strateji olacaktır.
Örneğin 1838 yılında Osmanlının büyük komutanlarından
sayılan Reşit Paşa, Mehmet Sait Paşa’nın üzerine gidecektir. Daha önce
Şengal’in üzerine giderek büyük katliamlar zaten gerçekleştirmiştir. Daha
sonraki yıllarda Prusya’nın Genelkurmay Başkanı olacak olan Moltke Türkiye Mektupları
adlı eserinde: “Kürt Mehmet Paşa harekâtı pek uygun geçmişti. Topların
erişmesinden beş gün sonra kale teslime mecbur edilmişti. Kıtaların sıhhi
durumları mükemmeldi, yaralı pek azdı ve hemen hemen hepsi müttefik
Kürtlerdendi, bunlarda zayiattan sayılmıyordu diye yazmış olması oldukça
düşündürücüdür. Mehmet Sait Paşa’nın üstüne Reşit Paşa ile birlikte Bedirxan’da
vardır. “Yaralı pek azdı ve hemen hemen hepsi müttefik Kürtlerdendi, bunlarda
zayiattan sayılmıyordu dedikleri askerler muhtemelen Bedirxan’ın askerleridir.
Bu trajedik duruma ilişkin Moltke daha ilginç cümleler de
sarf etmektedir: “12 Mayıs 1838 günü Reşit paşa toplarını develere yükletmiş ve
bunları geceleyin dereden yukarı, su içinde yürütmüş sonra meyilli olarak ve
çok uzaktan kaleyi kırk gün topa tutmuş. Nihayet bey “Rai yani dostluk
ricasında bulunmuş yoldaşı Sait Bey’in kalesine hücumla zapt etmiş, buna
mükâfat olarak kendisine bugün de hala ismi var cismi yok bir Asakir-i Redife
alayının albaylığı verilmiş tir demektedir. Redif alayı düzenli olmayan, oradan
buradan toplanan insanlardan oluşan askeri alay oluyor. Sait Paşa’nın
Bedirxan’ın amcası olduğunu da ekleyelim.
Reşit Paşa Kürdistan’ı böyle boydan boya ezip geçerken
yanında hep böyle Beyler olmuştur. Bu kez sıra Garzan’ı fethetme seferine
gelmiştir. Osmanlıların komutanı bu kez Hafız Paşa’dır. Çok büyük katliamlar
yapar. Kürdistan sanki yeniden işgal ediliyorcasına bu katliamlar amansız bir
şekilde yürütülür.
Garzan seferi için Moltke kitabının bir paragrafında: “19.
Piyade alayı, iki hassa süvari alayı, birkaç yüz sipahi, yüzlerle başıbozuk ve
üç topla yani hepsi birden 3000 kişi ile yola çıkılmıştır dedikten sonra, bu
sefere Şirvan Beyi olan Mut Paşa’nın da yerini aldığını eklemektedir. İhanet
böyle yeniden yeniden tekrarlanarak yaşanmaktadır. Aynı seferde: “Oraya
ganimetleri ve esirleri getiriyorlardı. Kanlı yaralar içinde erkekler ve
kadınlar memedekilerinden itibaren her yaşta çocuklar, kesik başlar ve
kulaklar. Bunların hepsini getirene 50-100 kuruşluk bir bahşişle ödüllendiriliyordu
diyerek gerçekleştirilen katliamların düzeyini gözler önüne sermektedir. Bu
katliama benzer birçok katliamı Moltke sıralamaktadır. Temmuz ayında yapılan
başka bir saldırıda: “Yukarıya varınca gözü kızmış olan askerler karşı koyan
kim varsa vurup kırdılar. 400-500 Kürt öldürülmüştü. Elli kadar kadın
götürülmek istenirken kabarmış olan dağ deresinde boğuldular demektedir.
Unutulmasın ki katledilenler köylülerdir. Sıradan Kürt köylerine karşı
Osmanlılar büyük bir plan dahilinde saldırılar yürütmektedirler. Kürtlerin bu
saldırılara karşı yaptıkları ise sadece ve sadece direnmektir. Katliamların
dozajı o kadar yüksektir ki Prusyalı asker yer yer bu katliamlara katılmadığı
için mutlu olduğunu belirtme gereği duymuştur.
Hemen ardından bu kez Hoşap’ta bulunan Mükslü Han Mahmut’un
üzerine gidilerek ezilir. Dikkat edilmesi gerekli olan bir durum bu direnişin
daha sonra Bedirxan’ın önde komutanlarından olacak olan Hakkari Miri Nurullah
tarafından ezilmeleridir.
Aynı dönemde Amediyeli İsmail Paşa’nın üzerine de gidilerek
büyük katliamlar yapıldığı bir tarihi gerçektir.
Evet, Osmanlılar Bedirxanlılara karşı harekete geçmeden önce
kendilerince önce güçlü bir yol temizliğini yapmışlardır. Ne tuhaftır ki bu yol
temizliğini Osmanlılara gösterenler bugün sözde insan haklarının savunucuları
olan Ulus Devlet’in icatçıları olan Avrupalılardır.
Devam Edecek: Bedirxanların Botan Direnişi, İzzeddin
Yezdanşêr İsyanı 1853-1856
Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi Yayınları
Tarih Şimdidir-Kürdistan Tarihine Özlü Bir Bakış
Kasım Engin
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info -www.navendalekolin.com -http://kursam.org/index.html
0
21
TR
HE
:” ”
:””
” “,” ”