14 Ocak 2017 Cumartesi Saat 12:51
“Toprak Kadar Eski Halk, Kürtler ve “Altın Üçgen
Neolitik Dönem’in, gelişip olgunlaştığı belli başlı
toprakların başında Kürdistan Coğrafyası gelmektedir. Bu döneme öncülük edenler
de, bu topraklarda yaşayan halklardır. Hurriler, Gutiler, Lulular, Luwiler,
Kassitler, Mittaniler, Urartular, Mannailer, Nairiler, Subarular, Medler bu
halkların başında gelirler. Kürdistan Coğrafyası, binyıllarca neolitiğe öncülük
ve beşiklik etmiştir. Aynı şekilde, bu ülke M.Ö. 12000 ile 4000 yılları
arasında neolitik devriminin ana merkezi durumundadır.
Kürt Halk Önderi Öcalan’ın Neolitik Devrim ve Kürdistan
Ülkesi arasındaki tarihsel-coğrafi ilişki üzerine yaptığı belirleme çok
anlamlıdır: “Yukarı ve Orta Mezopotamya’nın (Luwice Gondwana, Sümerce
Hurrit=yüksek memleket) zengin maden yatakları ve Doğu-Batı geçiş noktasında
yer alması, ayrıca tarım ve hayvancılığın en verimli sahalarına ve doğal sulama
gibi bir iklime sahip olması, onun adeta tarihin “doğuran anası , büyüten
beşiği rolünü kaçınılmaz kılmıştır.
“Hurrilerin M.Ö. 6000’lerde neolitiği kurumlaştıran ve Tel
Khalaf Kültürü’nü şekillendiren toplulukların devamı oldukları
gözlemlenmektedir. Hurrilerin ilk defa M.Ö. 3000’lerde Sümerler tarafından
‘dağlılar’ anlamında Horit olarak adlandırıldıklarını belirtmiştik. Daha sonra
adlandırılan Gutiler, Subariler ve Kassitlerin değişik dönemler ve mekanlarda
benzer topluluklar olarak ortak bir dil ve kültürü paylaştıkları tahmin
edilmekte ve bu giderek kanıtlanmaktadır. Bugün de birçok aşiret birliğine
değişik adlar verilmesi, aynı halk grubundan olmadıkları anlamına gelmez.
Yüzlerce değişik adlandırma verilmek, bu toplulukların ortak karakterlerini
değiştirmemektedir.
Bu coğrafyada yaşamış olup adını tarihe şöyle ya da böyle
kazıyarak yazan önemli halklar vardır. Bu halklara farklı isimler verilse de,
bugün bilimin ulaştığı son dönem araştırmalarına göre ortak noktaları Aryen
kökenli olmalarıdır. Ve benzer bir dil yapısına sahip olmalarıdır. Bugün
Kürtlerin anaları olarak bilinen bu farklı isimlendirmelerden birkaç tanesini
sıralamadan önce Kürt kavramına değinmek gerekir.
Kürtçe’nin Zaza’ca lehçesinde, Ko-Koy dağ, Korti ise dağlı
demektir. Kurti ise M.Ö. 3000’lerde ilk kez kullanılmıştır. Urartu-yüksek ülke,
Hurri-yüksek ülke, Gondwana-köyler ülkesi, Nairi-Nehir ve Su halkı, Med-Medain
yani Maden ülkesi, Komagenes-Kom-Zom Soyu gibi günümüz diline çevrildiğinde
lengüistik ve etimolojik açıdan kökenimizin tarihi üzerine önemli ipuçları
vermektedir. Öte yandan diğer güçlerin tanımlamaları da dikkat çekicidir.
Yunanlar Kürtlere, Karduk derken, Araplar Ekrat (Kürtler) şeklinde
adlandırmışlardır. Bu kavramı ilk kez Abu Ali Hasan Medeyimi isimli bir Arap
yazar 8. yy’da Kale El Ekrat kitabında dile getirmiştir. Yine Teberi isimli bir
başka Arap yazar, Futurati İslam ve Kurd adlı bir kitap yazmış. Yine Kürtlerin
büyük bir alimi olan Ebu Hanefi Ahmed Dineveri (820-896), Ahbar el Tiva adlı
kitabında Kürdistan kelimesini kullanmıştır. Matthaus isimli bir Ermeni ise ilk
kez 10. yy’da “Kurdistan kelimesini kullanmıştır. Türk olan Sultan Sancar ise
11.yy’da Kürdistan kelimesini kullanmış olup, Osmanlılar da ise hem Sultan
Yavuz Selim hem de sonraki sultanlar bolca “Kurdistan ismini, Kürtlerin
yaşadıkları ülkeyi tanımlamak için kullanmışlardır.
“Coğrafya, tarihin çerçevesidir’’ demiştik. Dikkat edilirse
bu coğrafyaya kim hükmetmişse kendince birçok isimlendirmeyi kullanmıştır.
Farklı isimlendirmeler kullanılmış olsa da hiçbir şekilde bu ülkenin gerçekliği
dışına taşan bir adlandırmaya rastlamak mümkün değildir. Kürdistan Ülkesi’ndeki
neolitiğin öncü halklarının tarihlerine kısaca bir göz atmakta fayda olacaktır.
Hurriler Hurrilerin, M.Ö. 3000–1500 yılları arasında bir
konfederasyon oluşturdukları, belli kültürel değerler yarattıkları ve birçok
uygarlığı etkilediklerini biliyoruz. Ancak Hititler kadar merkezileşmeyi
sağlayamadıkları da biliniyor. Yeni ortaya çıkan belgelerde Hititlerin bir tür
Hurrice konuştukları, yazı dillerinin de Hurri dili olduğu gibi, tanrılarının
da ağırlıklı olarak Hurri tanrıları olduğunu öğrenmek, arkeolojik kazılarda
ortaya çıkan yeni tabletlerde Hititlerle Hurrilerin yakın akraba olduklarını
öğrenmek hem ilginç hem de heyecan verici olmaktadır. Hurriler, Hititlerle,
Luwi ve Khaldi gruplarıyla sürekli ilişki halinde olmuşlardır. Ticaret yoluyla
Sümer, Babil ve Asur etkilerinin çevre yayılmasında önemli bir rol
oynamışlardır. Sümerlerle ilişkileri sıcaktır. Yakın bağları vardır. Dilde
ortak kelimeleri bulunuyor. Sümer şehirleriyle, Hurri tarımsal alanları adeta
bir ilişkilenmeyi doğal olarak yaşamaktadırlar. Merkezleri bugün Urfa diye
bildiğimiz, tarihte Orrhos diye geçen yerlerdir. Hurrilere ait en eski belgeyi
arkeologlar bugün Rojava Kürdistan’ın Qamışlo kentine yakın olan Urkiş’te
bulmuşlardır.
Hurrilerin tanrıları Teşup (Fırtına), Şimegi (Güneş,) Kuşuh
(Ay ve Yıldız,) Şauşka (Dağ) tanrıları. Hepat tanrıçalarıdır. Yine Ortadoğu’nun
en etkili üç tanrıçası-ki bunlar daha sonra hem batı dünyasını hem de doğu
dünyasını etkileyecek olan, İndra, Mitra, Varuna’dır.
Bir ek bilgi olarak -“M.Ö. 7. yy’da Medlerin ortaya çıkışına
kadar geçen 2300 yıllık Kürdistan tarihine Hurri dönemi denir. Bu dönemde
sayısız krallık ve şehir-devlet kurulmuştur. Mehrdad R. Izady’in Bazı
Kürt-Hurri krallık ve prenslikleri şöyle sıralar: “Kummuhu, Melidi, Gurgum,
Ungi-Unqi, Kaman, Kaska, Nairi, Şupria, Urkiş, Muşku, Urartu, Namar, Subaru,
Mard, Lulubi, Kardu, Zamua, Elippi, Manna ve Guti.
Yine şimdiki Kürt Aşiret ve yer isimlerinin 2/3’ü
Hurrilerden kalmadır der ve sırasıyla: Muşku-Muş, Mard-Mardin, Melidi-Malatya,
Lulubi-Lor, Subaru-Zebari sayar. Yine, M.Ö. 2 bin yıllarında Başlıca Şehirleri:
Urfa, Diyarbakır, Mardin, Kerkük-Mardin, Nuzi arasında birçok şehir vs.
diyerekte ekler Mehrdad R. Izady.
Deniz Gul ise Hurrilere ilişkin şu çarpıcı bilgileri
vermektedir: “Nuzi, Urkiş ve Hitit şehirlerinde bulunan belgeler, Hurriler
hakkında geniş bilgiler vermektedir. Bu belgelerden bilinen bazıları Hititlerin
Başkentinde ortaya çıktı Hititler, gerek din açısından gerekse edebi ve
kültürel yönden Hurrilerin tesiri altından kalmışlardır. Yazılıkaya’da Hitit
panteonunun başında yer alan tanrı Teşub ile tanrıca Hebat Hurrilerden
geçmiştir.
Yine Yazılıkaya (Hititlerin başkentine yakın bir dağ)
üzerinde du-ran tanrılar, tanrıyı başları üzerinde taşıyan, göğe doğru
yükselten “Boğa adamlar , “Huris-Seris adlarındaki kutsal boğa tasvirleri
Hurri motiflerini yansıtmaktadır.
Bundan başka Boğazköy metinleri arasında Hurri kökenli hem
Hi-titçe hem de Hurrice yazılmış birçok masal ve efsaneler bulunmuştur.
Başlıcaları: Hedammu ve Kumarbi Efsanesi, Kessi Masalı, Ursu Muha-sarası,
Ullikummi Şarkısı ve Gurpanzah Destanıdır. Ayrıca Hurrice şiirler de
bulunmaktadır. Bu metinler edebi ve ritüel karakterdedir. Boğazköy metinleri
içinde yüzlerce Hurrice belge bulunmaktadır.
Hurrice yazılan ve günümüze ulaşan en eski belge, günümüzde
Mardin’in güneyine denk düşen başkent Urkiş’te kral Tişatal tarafın-dan tanrı
Nerigal’a ithaf edilen bir tapınağın temelinde bulunan tab-lettir. Söz konusu
tablet M.Ö. 1970 yılına tarihlenmektedir.
Arap’ha (antik Kerkük) ve yakınlardaki Nuzi’de 1920’li ve
1930’lu yıllarda yapılan kazılarda keşfedilen (M.Ö. 1550-1400 dönemine ait)
birkaç bin tablet de, Hurri Kürdistanı’nın tarihinin yeniden kurgulan-masına
yardımcı olmaktadır. Bu metinlerin yalnızca küçük bir kısmı tercüme edilip
yayınlanmasına rağmen, Arap’ha ve Nuzi metinlerinin, Hurri gelenekleri, tarihi
ve toplumu hakkında birer bilgi kaynağı olarak ifade ettiği önem hiç de
abartılı değildir. Muhtemelen Arap’ha/Kerkük, Mezopotamya karşısındaki dağ
eteklerinde kurulan tek ve en önemli Hurri şehir merkezidir.
Hurrilerin dil yapısına ilişkin ise:
“1956’da keşfedildi. Arkeologlar için önemsenen bu kazı
çalışmalarında Hurricenin dört farklı dille karşılaştırmalı “sözlük bulundu,
yanı sıra şiirler ve daha da önemlisi “müzik notaları burada ortaya çıkarıldı…
Hurricenin iki farklı dil (çivi yazısı) yapısının olduğu
bugüne kadar yapılan kazılarda ortaya çıkarılan tabletlerden anlaşılıyor. İlki,
‘Bo-ğazköy-Hurricesi’ ikincisi, Mitanni yazıtlarında rastladığımız
‘Syro-Hurricesi’dir.
Hurri dilinin “Agglütine” yani
“Bitişken” yapısı var, başlıca özelliği dil yapısının arkaya takılan
eklemelerle oluşturulmasıdır. Ancak Hurrice diğer bilinen eklemeli dillerden
hiçbiri ile de yakınlık göstermez diyerek Hurrilerin kültürüne dikkat
çekmektedir.
6.inci resim-Hurriler
Gutiler Zagros eteklerinde, Sümerlerin bir nevi kuzeyi olan
dağlık alanlarda yaşayan Aryen kökenli bir gruptur. Coğrafik konumlarından
dolayı, alandaki uygarlıklardan yararlanmasını bilmişlerdir. Guti’nin kelime
manası da Gud=öküz, sığır anlamındadır. Hayvancılıkla uğraşan devasa sığır
sürüleri sahipleri anlamına gelmektedir. Dilleri Hurricedir. Çivi yazısını
kullanırlar.
İleride de göreceğimiz gibi bu tür kavramlaştırmalar hep var
olacaktır. Sümerler, Akadlar ve sonraları da Asurlar sürekli alanda yaşayan
etnik grupların özelliklerine uygun olarak isimlendirmeler yapmışlardır.
Gutiler, M.Ö. 2750–2120 yıllarında bir hanedanlık kurmuşlardır. Hanedanlığı
kuran Kral Kamasi’dir. Başkentleri Kerkük’tür. Yapıları konfederaldır. Bir
belgede: “Kral hanedanlıktan gelmez 3 yılda bir seçimle başa gelir. Her
aşiretin kendi lideri vardı. Yaşlılar konseyi oluşturmuşlardı diye geçer.
Gelişimini Sümerlere yakın alanlarda sürdürmüşlerdir. Tarihte tabletlere:
“Dağların ejderhası, tanrının düşmanı Gutiler, hükümdarlığı elimizden alıp dağ
başlarına götürdüler. Sümer ülkesini kötülüğe, kedere boğdular. Erkeği, kadını,
babayı, oğulu, tutsak edip götürdüler. Enlil büyük tanrı buna izin verdi ki ben
Uta Khagal Uruk’un yalan bilmez cihangir hükümdarı, Guti hükümdarlığını ortadan
kaldırayım ve onları Sümer ülkesinden çıkarayım cümleleri Akadların devamları
tarafından, Gutilere dönük yazılmış bir tablet olmaktadır. Halkların tüm
değerlerini sömürdüklerinde kahraman, halklar karşı hamle yapınca da “tanrının
düşmanı oluyorlar. Ne kadar da benziyor bugünlere. Halkları işgal ettiklerinde
“özgürleştirme hareketi deniyor, halklar işgallere karşı direndiklerinde ise
Terörist, sapkın, tanrı bilmez, çete oluyorlar. Egemenlerin dili herhalde hep
böyle olmuş ve oluyor.
Gutiler 150 yıl buralarda hükmedip, uygarlıkla tanışarak
toplum yapılarında çeşitli deformasyonlar yaşadıktan sonra Semitik kökenli
Amoritler ile Sümerlerin bir kesimi ortaklaşarak Gutileri geldikleri yerlere
geri sürmüşlerdir. En son krallarının isminin Tigran olduğu ve yaşadıkları
yenilgiden sonra Zagros eteklerine geri çekildikleri de biliniyor.
Madencilikte belli bir tecrübelerinin olduğu bu bağlamda ev
eşyaları, kılıç, kalkan, mızrak, ve ok gibi aletleri yapabiliyorlar.
7.inci resim Gutiler
Lulu ya da Lumblar Konfederasyonlarını M.Ö. 2800 yılında
Annu Banînî tarafından oluşturmuşlardır. Bugünkü Loristan, Lolan, Lur adları,
Lululardan kalmadır. Asurlar Lulum isimlendirmesini kullanmışlardır. Merkezleri
Şehrizor ve Hulwan’dır. Elamlar zamanında yaşayan Lulular, coğrafik olarak
Süleymaniye yakınlarından bugünkü İran’a kadar uzanırlar. Başkentleri
Zîmrî’dir. Bugün Lorîstan, Lur ve Lolan kavramlaştırmaları Lululardan
gelmektedir. Asurlar, Lululara Lulum demişlerdir. Lulular, proto-Kürt Aryen
gruptandırlar. Yaşam alanları Zagroslardır. Gutilere çok yakındırlar. İnanç ve
kültürleri, üretim biçimleri ve dilleri oldukça benzerdir, hatta aynı olduğu
söylenebilir. Yazıyla da kullanılmaktadır. “Lulular altın ve gümüşten bilezik,
yüzük ve gerdanlık gibi kadınlara ait süs eşyaları yaptıkları gibi yapılan
araştırmalarda çocuklara ait süs eşyalarıda bulundu diye yazıyor Nazım
Kök-Mitanniler çalışmasında. Devamında ise, Prof. Egon Von Eickstedt’ın
Çağlarda Türkler, Kürtler, İranlılar çalışmasında alıntıladığı: “Lulu ülkesini
gösteren meşhur yer kuzey Zagroslardır. Bugünkü Süleymaniye kentinin güneyine
düşen Şarezor denilen yere düşmektedir. Burada Lulu Kralı Anubanini Akad kralı
Naram-Sin’i yendi sonra zaferini Paya Taq mevkiyinde Sarepole, Akadça bir
kayaya kazdırdı. Kürtler, işte burada ilk kez Lulular tarafından kendi
isimlerini Luluca yazdılar sözlerini aktarmaktadır.
Lulular, ticaretin geçtiği kavşakta bulundukları için
bunları kontrol etmeleri zor olmamıştır. Ticaret güzergâhlarını rahat kontrol
edebilmelerinden dolayı hem Akadların, hem de sonraları Asurların saldırılarına
hedef olmuşlardır. Lulular M. Ö. 700’lere kadar varlıklarını korumuşlardır.
Sonradan gelişecek olan Med Konfederasyonu içinde yerlerini alacaklardır.
8.inci resim Lulular
Hittitler M.Ö 1800-M.Ö. 1200. “Hititleri de bu kuşağa dahil
etmek son derece gerçekçidir. Söylendiği gibi Hititler boğazlardan, Kafkaslardan
ve doğudan İran üzerinden gelen gruplar değildir. Dil ve kültür öğelerinin
derin Hurri izleri taşıması nedeniyle, yanı başlarındaki Hurri asilzadelerinden
bir yönetici grup oldukları sonucunu çıkartabiliriz. Tanrıları, edebiyatları,
diplomatik ilişkileri, Mısır saray kalıntıları Mitannilerin İç Anadolu’daki
benzerleri olduğunu göstermektedir. Nasıl ki Mitanniler Asur merkezlerini
denetim altına almışlarsa, Hititler de aynı dönemlerde Asur koloni dönemine son
vererek, Hitit İmparatorluğunu aynı tarihlerde kurup (M.Ö. 1600-1250)
sürdürmüşlerdir. Bir nevi halen içyüzünü bilmediğimiz bir Hurri yönetim
merkezinin iki büyük bölgesini andırmaktadırlar. Sadece dil ve akrabalıkları
değil, yaşamlarının her yönünde ezici bir benzerlik vardır. Kayıp halka aynı dönemli
iki güç olan Mitanni ve Hitit bölgeleri arasındadır. Araştırmalar geliştikçe
bunun aydınlanacağı kanısındayım. Hititlerden kalma başta Hattuşaş olmak üzere
önemli merkezleri, uygarlıktaki bazı gelişmeleri sağladıklarını göstermektedir.
Zigurratları aşan bir kutsal yerleşim vardır. Din mabetleri, yönetici sarayları
ve çalışanların yerleri ve depolar oldukça ayrışmıştır. Daha geniş sur sahaları
vardır. Birçok benzer şehir kuruluşuna rastlanmaktadır. Askeri yönleri dönemine
göre en gelişkin devlettir.
Batıda meşhur Troya kentinden (Ya bir Hitit kuruluşu, ya da
yakın müttefiki, aynı kültür grubundan özgün bir uygarlık kenti) ilk Yunan
yarımadası kökenliler olan Ahiyevalılar (Bu grubu Anado- lu’dan etkilenmiş veya
M.Ö. 1800’lerde göç etmiş Aryen gruplarından saymak daha doğrudur. Kuzeyden
Avrupa kökenlilik, uygarlığın yayılma trafiğine ters bir anlatımdır. Aynı hata
Hititler için de yapılmaktadır), Antalya kuzeyinde Aşkavalar, kuzeylerinde
Kaşkalar (Karadenizliler), Çukurova’da Kilikyalılar (Toroslardaki halk, aynı
dönemde çok uzun süreye dayanan Luwilerdir), Güneyde ünlü rakipleri Mısır
firavun devleti ile komşu ve ilişki içindedirler. Merkezi alandaki halk, özgün
olan Hattilerdir. Kendilerini ‘Bin tanrılı ülke’ olarak tanıtmaları, tanrıların
rekabetinden ziyade dostluklarına önem verdiklerini (beyliklerin ittifakını
yansıtıyor) göstermektedir. Tarihte ilk yazılı antlaşmanın (Kadeş, Asi nehri ve
Hama kenti yakınlarında, savaş sonrası) Mısır firavunu 2. Ramses’le Hitit kralı
3. Hattuşili arasında yapılması tarihteki en ünlü hatıralarındandır. Pankuş
adlı bir nevi aristokratlar meclisinin olduğu anlaşılmaktadır. Beylikler
federasyonu ve içindeki Hatuşaş beyinin birincileri olduğu biçimindeki yorum
gerçekçidir. (Abdullah Öcalan- Uygarlık)
Kassitler (M.Ö. 1900-1207) kuzeyden gelip çeşitli
nedenlerden dolayı Sümer topraklarına bir nevi mülteci olarak yerleşen
dağlılardır. Yıkılış tarihleri bazı yerlerde M.Ö. 1157 olarak verilmektedir. Bu
tarihi ise kimi tarihçi Kassitlerin Elamların hakimiyetine geçtiği tarih olarak
dile getirirler. Dicle nehrinin kuzeyi ile Diyala nehri etrafından, bugünkü
Loristan’dan Babil sınırına kadar uzanan bir hatta yaşamışlardır. Kassitler adı
Sümer dilinde, Kaş yine Kas yoksul demektir. Gene benzer bir şekilde Kassu
Fakir demektir. Sonuç itibariyle Kassit, Fakir Halk anlamına gelmektedir.
Zamanla yer yer etkili olarak güç değişikliklerini yarattıkları gibi, kimi
zamanda kendileri iktidarı ele geçirmişlerdir. M.Ö. 1595’te Mitanniler ve
Hititlerin Kralı I. Murşil Babil’e saldırırlarken, Kassitler önemli katkılar
sunmuşlardır. Bürokraside önemli yerler edinmişlerdir. Takvim, geometride
önemli gelişmeler kaydetmişlerdir. Merkezleri bugün Kerkük’e yakın diye bilinen
Araf’tır. Kurdukları Konfederasyona Kardunaj demekteydiler.
9.inci resim Mitanniler, Hittitler, Kassitler
Mitanniler M.Ö. 1800-1250 yılları arasında yaşamışlardır.
Hurri konfederasyonundan daha güçlü bir federasyon kurmuşlardır. Merkezleri
Xabur Çayı’nın doğduğu yerde “Wajukânidir. Akdeniz yakınlarından Malatya,
Musul hatta yer yer Mısır’dan Zagros’un kuzeyine kadar geniş bir sahada
hükmetmişlerdir. Mitannileri bir biçimde küçük şehir ve aşiret
federasyonlarında oluşmuş bir yapı olarda ak ifade etmek doğru olabilir. Esas
yoğunlaştıkları yerler ise Amed, Urfa, Merdin ve Sincar’dır. Ancak 1400’li
yıllarda çok geniş bir alanda hakimiyet kurdukları bilinmektedir. Hurri Dili’ni
hem konuştukları, hem de yazı dili olarak kullandıkları ortaya çıkan
tabletlerden bilinmektedir. Özelde Mısır ve Hititlerle yazışmaları dikkate
değerdir. Bilinen ilk diplomatik antlaşmanın, “Kadeş olmadığını da bugün daha
iyi biliyoruz. İlk tarihi antlaşmanın M.Ö. 1400’li yılların başlarında I.
Artatama zamanında Hurri diliyle yazılmış olan, Mısırlılarla Mitanniler
arasında yapılan diplomatik antlaşmadır. Bölgenin bol madenleri vardır. Ve
bunun için erkenden demiri işleterek önemli bir güce kavuşmuşlardır. At
seyislikleriyle tanınırlar. “Kikuli ismindeki bir Mitanni Hititçe yazılmış
tabletlere, iyi bir atın nasıl eğitilmesi gerektiğinin detaylı bir şekilde anlatısı,
at yetiştirmede Mitannilerin ulaştıkları düzeyi göstermesi açısından dikkat
çekicidir. Hititlere at eğitmeyi Mitannilerin öğrettikleri tarihi belgelerde
bulunmaktadır. Halı dokuma, askeri atlı araba kullanmayı Mısırlara taşıyanlar
olarakta bilinmektedirler. İlk defa mühür kullananların Mittaniler olduğunu da
yazılı belgeler göstermektedir.
Unutulmamalıdır ki bu topraklarda Mısır’a gelin gidecek olan
Nefertiti’nin kuracağı şehrin ismi de Marani’dir. Nefertiti’nin evlendiği
Firavun’un ismi IV. Amenhotep’tur. Daha sonra Firavun IV. Amenhotep, Akhenaton
diye anılacaktır. Akhenaton’un Mısır’da tüm Mısır tanrılarını kaldırdığı bunun
yerine tek tanrı olarak güneş tanrısını bıraktığını tüm tarihçiler belirtiyor.
Nefertiti Mitannilerde gittiği için yetiştiği din güneş tanrısıdır. Sözünü
ettiğimiz Marani şehri çölün ortasında güneş tanrısı için adanarak tümden yeni
bir inşa olarak gerçekleştirilmiş olan bir şehirdir. Mısır rahiplerinin
Akhenaton’un ölümü ardından yeniden Mısır tanrılarını bizatihi Akhenaton’un oğlu
eliyle getirdikleri de bilinen tarihi bir gerçektir.
Asurların, Mitanniler’i ortadan kaldırmalarının ardından,
bölgede yeni isimlerle güçler ve ittifaklar ortaya çıkmaktadırlar. Bunlardan
bir tanesi de Nairilerdir.
Nairiler M.Ö. 13. yy. ile 9. yy’lar arasında yaşamışlardır.
Asurlar, onları “Su Halkı olarak adlandırmaktadırlar. Nairi, Asur dilinde “Su
Ülkesi demektir. Nairiler, Fırat ve Dicle’ye yakın oluşlarının yanı sıra,
topraklarının bol sulu olmasından kaynaklı olarak, bu isimlendirmeyi Asurlar yapmış
olmalıdırlar. Nairiler yüzlerce aşiret topluluğundan oluşmaktadırlar. Asur kral
tabletlerinde kırk Nairi kralından söz edilmektedir ki, bunu da söz konusu
aşiret yapıları doğrulamaktadır. Kimisi bunlara Feodal Beylikler
Konfederasyonu demektedirler. Coğrafyanın sertliğinden dolayı, Asurlar
tarafından kontrol edilmeleri çok zor olmuştur. Yer yer isyan ederek en sert
sahalara çekilmeleri hep bir nevi özgür yaşamalarını sağlamıştır. Kürtlerin
geleneksel aşiret isyancılığını burada yine görüyoruz. Çok sonraları
Ksenephon’un Anabasis kitabında, bu topraklara Kardukların toprakları
denilecektir.
Nairilerin yer yer Diyarbakır’a kadar uzandıkları, oraları
kendi topraklarına kattıklarını da bizler yine Asur tabletlerinden biliyoruz.
Urartular M.Ö. 1000–700 yılları arasında yaşamışlardır.
Görkemli çağları M.Ö. 835 yıllarıdır. Haldi ve Biani olarakta bilinmektedirler.
Haldi aynı zamanda en ünlü tanrılarıdır. Yine Teşuba’yı da saymak yerinde
olacaktır. Sümer’ce yüksek yerler ülkesi anlamına gelen Urartu uygarlığı, Van
kıyısında merkezileşen önemli güçtür. Başkentleri Tuşpa’dır. Yüzlerce Hurri
kökenli aşiretlere dayanmaktadırlar. Gevşek federasyonlaşmayı aşarak merkezi
bir devlete dönüştürmektedirler. Bunu da özellikle Nairilerle yaşadıkları
ilişki ve birlikteliğin sonucu ortaya çıktığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Mitanniler adlı çalışmada: “Urartu devletinin çok önemli bir özelliği adeta
kentlerden oluşmuş bir devlet olması, yukarda belirtilen konfederal yönetim
anlayışına uygun olarak ülkenin eyalet ve il sistemine göre idari bölgelere
ayrılarak yönetilen bir sisteme sahip olmasıdır. “Kale-kent ler neredeyse
Urartu devletinin sembolu haline gelmiştir denilmektedir. Buna örnek olarak
ise Tuşpa-Van gölünün kıyısında, Sardurihinili-Van’a 23 km uzaklıkta,
Rusahinili-Van’ın yakınında, Tituminia-Erciş civarında, Argiştihinli-Erivan’ın
yakı-nında, Teişebaini-Erivan civarında, İrpuni-Ermenistan topraklarında,
Tarui-Tarmakişa ve Ulh-Doğu Kürdistan’da ve Ardini-Doğu Kürdistan’ın Mukriyan
alanındaki şehirler gösterilmektedir.
Yol, bend, su kanalları kurmakta beceriklidirler. Örneğin:
“Romalılardan 800 yıl önce Kürt ataları Urartular, dünyanın bilinen en eski
ulaşım sistemini inşa ederek, bir uçtan bir uca tüm Urartu ülkesini başkent Tuşba’ya
bağlamışlardır. İlk yol şebekesi Van ovası içinde Tuşpa (Van) ile Rusahinili
(Toprakkale) arasında yapılmıştır. Merkezden doğu ve güneydoğuya doğru giden
yol, yukarıda belirtilen “Kral yolu diye adlandırılan hattır Tuşpa’dan Gelî
Şîn’e kadar çekilmiş 400 km. uzunluğunda bir yol hattıdır. Bir başka hat yine
doğuya Urmiye taraflarına doğru uzanır. Önemli bir karayolu hattı da batıya
doğru çekilmiştir Van’dan Bingöl Dağlarını aşarak Palu-Elazığ-Malatya yönünde
yine yüzlerce kilometreyi bulan bir yoldur. (Uygarlığın Doğuşunda Kültür ve
Kürtler)
Prof. Sevin bu durumu: “Romalılardan yaklaşık 800 yıl kadar
öncesine ait dünyanın en eski ulaşım sistemlerinden olan Urartu Karayolları,
fen ve mühendislik alanında dönemim en yetkin mühendislik ürünüdür. Yaptığımız
araştırmalar, sanılanın aksine dünyadaki ilk kara yolcuların Roma İmparatorluğu
değil, Urartular olduğudur. … Urartu karayollarının günümüzde kalabilmiş en
güzel ve etkileyici kalıntıları Bingöl Dağları üzerindedir Bingöl-Elazığ
karayolu paralelinde 20 km. boyunca Karakoçan, düzlüğüne doğru devam eden bu
yol, bugün halen yöre köylüleri tarafından kullanılmaktadır. Van gölü
havzasından, batı sınır bölgesindeki Palu, Harput ve Malatya’ya doğru uzanan bu
karayolu ortalama 5,4 metre genişliğindeydi. Yol üzerinde her 25-30 km’de bir
kervansaray bulunuyordu.
“Daha da önemli olan bir uygarlık gelişimi baraj
çalışmalarıdır. “Hidrolik uygarlığın ilk temsilcisi olarak kabul edilen
Urartuların, daha o dönemde 12 adet baraj inşa ettikleri bilinmektedir. Fırat ve
Dilce nehirleri üzerinde birbirleriyle bağlantılı yapılan barajların benzeri ve
ilk örneği sayılan türden barajlar dahi inşa eden Urartular, bu yöntemle 2540
metre yüksekliğindeki Rusa Barajı’ndaki suyun Van ovasına akıtılmasını
sağlamışlardır. Keşiş Gölü olarak da bilinen Rusa Barajı M.Ö. 685-645 yılları
arasında hüküm süren Urartu kralı II. Rusa tarafından Erek Dağ’ının eteklerinde
kurulan bir barajdır. Deniz seviyesinden tam 2544 metre yükseklikte kurulmuş
olan Rusa Barajı, bu özelliğiyle sadece Mezopotamya ve Anadolu’daki değil,
dünyadaki en yüksek rakımlı su tesisidir. Rusa Barajı, 2700 yıla yakın bir
zamandan bu yana, bazı küçük onarımlarla hala çalışıyor durumda olup yöre
halkına hizmet sunmaktadır. Bölgenin ikinci dereceden deprem kuşağında olması,
2700 yıldan beri onca yıkıcı depremler de yaşanmış olması gerçeğine rağmen,
barajın hala ayakta ve işlevini sürdürüyor durumda olması, Urartu uygarlığının
teknolojik gelişme düzeyi ve su mühendisliği alanındaki büyük başarısının somut
kanıtı olmaktadır. (Uygarlığın Doğuşunda Kültür ve Kürtler)
Halen bugün bile 56 km uzunluğundaki kanal tüm
görkemliliğiyle duruyor. Kuyumculuk, oymacılık, tarım, şarap vb. çalışmalarda
bir düzey tutturmuşlardır. Önceleri çivi yazıyı kullansalar da süreçle
kendilerine has olan bir hiyeroglif türü bir yazı geliştireceklerdir. Maden, at
ve keresteye sahip olduklarından, Asurlularla hep karşı karşıya gelmişlerdir.
Asurların o meşhur “insan kellelerinde kaleler yaptım, yaptık yazılı ‘övgü’
dolu tabletleri ağırlıklı olarak, Asur Nasirpal II’nin, Urartulara karşı
işlediği vahşeti işlemektedir. Taze komünal değerleri köklü yaşayan, uygarlık
dışı kuzey sahalarında gelen İskit ve Kimmerlerin saldırıları sonucu
yıkılmışlardır. Ermeni insanlarımızın bu topraklara yerleşmeleri bu tarihten
itibaren gelişecektir. Daha sonra gelişecek olan Med Konfederasyonunda
yerlerini alacaklardır. Bir başka etnik grup ise Mannailerdir.
11. inci resim Mannailer
Mannailer Urmiye Gölü ile Zagros Dağları arasındaki bölgede
yaşamışlardır. Hurri kökenlidirler. Urartularla aynı tarihlerde yaşamışlardır.
Yönetim biçimleri o döneme göre farklılıklar arz etmektedir. Örneğin, kralın
gücü, ihtiyar kurulu tarafından sınırlandırılmaktadır. Sonraları gelişecek olan
Medlerle komşulukları adeta iç içe yaşadıklarını gösterir. Medlerin kurucusu
olacak olan Herodot’un Deicos dediği ancak asıl ismi Keaştarati olan
Mannailerin bir valisidir. Urartulardan ve Mannailerden sonra, Medler sahneye
çıkacaklardır.
Medler M.Ö. 900 yıllarında ilk kez varlıklarından söz
edilir. Asur Kralı III. Salmanassar (855–824) yaptığı bir seferde, Medya
topraklarından söz eder. İlk kralları Keaştarati’dir. Herodot’un söz ettiği
Deicos, Keaştarati budur. (M. Ö. 727-675) Başkentleri Hemedan yani Ekbatan’dır.
Asurlara karşı en güçlü isyanı geliştirerek ve giderek bölgeye yayılarak etkili
bir güç olurlar. Ardından ise yerine Yunanlıların Pharaortes dedikleri oğlu Key
Feruars ya da Feravertiş (M.Ö. 674-653) geçer. Key Feruars’ın oğlu Keyakser
(625-585), bölgede güçlü ittifaklar kurarak, M.Ö. 612 yılında Asur
İmparatorluğu’nun yıkılması sürecinde Babiller başta olmak üzere, bölge
güçleriyle ortak hareket etmenin yanı sıra onlara öncülük de edecektir.
İdeolojik ve felsefik önderliği Zerdüşt’ün yaptığını da belirtelim. M.Ö. 612
yılında yıkılan Ninova’dır, ancak Asur İmparatorluğu varlığını Harran’a
kaydırarak devam ettirmek istese de, uzun sürmeden M.Ö. 610 yılında tarihe
karışacaktır.
Medler gelişimlerini sürdürürler. Keyakser Asur
İmparatorluğuna karşı her Konfederasyon üyesi aşiretin belirgin yeteneğini örgütleye-rek
savaş alanına yansıttığı için, Ordulara düzen veren kişi olarak da
anılmaktadır. Bunun için iç Anadolu’dan Afganistan’a kadar toprak-larını
genişletir. Batıya açılırken, komşuları olan Lidyalılarla da savaşları sürer.
Herodot’un aktardığı Medlerle Lidyalılar arasındaki savaşta yaşanan güneş
tutulması, M.Ö. 28 Mayıs 585 yılında gerçekleşir. Bu bir nevi tanrıların
işareti olarak görülür ki, savaş durdurulur. Hatta Lidya kralı Alyattes kızını
Keyakser’in oğlu Astiyages’le evlendirerek, kardeşlik sözünü karşılıklı
vererek, Kızılırmak’ı sınırları olarak kabul ederler.
Medler öyle bir gelişim yaşarlar ki yıllar sonra bile
Ortadoğu’ya gelenler Medlerin mimari yapıtlarına karşı hayranlıklarını
gizleyemezler. Örneğin Herodot Med sarayı için gördüklerini şöyle anlatıyor:
“Kale surları öyle düşünülmüş, her biri öbüründen bir savaş sahanlığı kadar
yukarıdadır. Sanatın payı büyüktür. En büyük sur aşağı-yukarı Atina’nın çevresi
kadardır. Birinci duvarın mazgalları beyazdır. İkincisi kara üçüncüsü parlak kırmızı
dördüncüsü donuk mavidir beşinci reçine rengi son ikisine gelince birinin
tahkimatı gümüş, öbürünün altın rengindedir.
Ortadoğu’nun tümünde özgürleştirici bir rol oynayan Medler,
Keyakser’in oğlu Key Astiyages zamanında bolluk içinde yaşasa da, giderek
daralacak ve en sonunda saray içi bir komployla iktidarı Perslerin bir hanedanı
olan Akhamenitlere kaptıracaklardır. Bir süre daha Medler yaşamaya devam
etseler de, esasta giderek silikleşerek Pers İmparatorluğu içerisinde ikincil
düzeyde varlıklarını sürdüreceklerdir. Bu el değiştirme, M.Ö. 550 yıllarında
Key Astiyages’in torunu olan Kiros’un eliyle yapılacaktır. Persler daha doğrusu
Akhamenitler, iktidarı ele geçirseler bile, Herodot başta olmak üzere birçok
tarihçi, Persleri kastettiklerinde bile yine Med diye ifade etmekten
çekinmemişlerdir. Öyle ki, ünlü Yunan tarihçi Strabo, hem Medler hem de Persler
için Cyriti yani Kirdi-Kürt anlamında kelimesini kullanmaktan geri durmamasının
arkasında Medlerin bu başat kültürü gelmektedir.
12.incir resim Medya İmparatorluğu ve Hemedan Şehri
Çok sonraları İskender’den sonra Helen ve Med- Pers
kültürünün sentezi olarak doğan Adıyaman Samosata yakınlarındaki “Komagene
Krallığı yer üstünde göz alıcı sedir ormanları ve yeraltında zengin mineral ve
madenleriyle ünlü Toros Dağları’ndaki çeşitli yolların birleştiği bir bölgede
Suriye’nin kuzeyi, Hatay, Pınarbaşı
(Kayseri), Kuzey Toros’lar ve Dilce-Fırat’ın Yukarı kıyılarının çevrelediği
Adıyaman, Malatya, Elazığ, Antep, Maraş ve Urfa yörelerini içine alan geniş bir
coğrafyada kurulmuştur. Merkezi Samsat (o günkü adıyla Samosata) olan Komagene
Krallığı bağımsız olarak, M.Ö. 162 – M.S. 72 yılları arasında yaklaşık olarak
230 yıl kadar yaşamış. (Uygarlığın Doğuşunda Kültür ve Kürtler)