HABER MERKEZİ-Karabağ savaşı ve Libya İç Savaşında sıkça gündeme gelen, hükümetin resmi kurumları tarafından gayri resmi bir biçimde desteklenen Libya’da öne çıkıp sıkça dile getirilen ve birçok araştırmaya konu olan paralı çeteler SADAT’ın askerleriydi ve SADAT’ın planları dahilinde Libya’ya gönderildi. Yine çoğu zaman da Devlet’in peşinden sürüklendiği planlamalarının korucusu olan SADAT çetelerinin Azerbaycan saflarında Ermenistan’a karşı nasıl savaştığını başta Fransa’nın belgelerle varlıklarını kanıtlayabileceğini iddia etti. Yine Türkiye içinde de son Fransa ile yaşanan gerginlikte SADAT’ın sivil kolu oldukları net olan kişiler İstanbul’da Fransa karşıtı yürüyüşler düzenlemiş Fransa bayrağı sanıp Rusya bayrağı yakmıştı.
SADAT nedir bu oluşumun doğuş zeminde kimler nasıl yer alıyor dört bölümden oluşan ” PARALI ÖZEL ÖLÜM MAKİNASI SADAT” adlı araştırma dosyamızda 2. Dünya Savaşı sırasında ortaya çıkıp, 3. Dünya savaşı’nın sürdüğü bu süreçte savaşın yürütülmesinde önemli ölçüde etkisi bulunan “Özel Askeri Şirketler” veya “Paralı Asker”, “Özel Güvenlik Şirketi” adı altında savaşın yürütüldüğü sahada her türlü faaliyetlerde bulunabilen karanlık yapılanmalar nedir, neye hizmet eder ve nasıl faaliyet yürüttüğünü mercek altına aldık.
Beslendiği zihniyetten tutun faydalandığı boşlukları kapsıyor. SADAT bir özel askeri şirket olduğunu da iddia ediyor. Ve buna göre;
Ordu, hükümet ve toplum düzeyinde her kesimin maşa olarak kullanılmak üzere eğitilip dizayn edildiği Türk Ordusu, Türk Devleti ve Türk Irkçılığı 3. Dünya savaşında hangi pozisyonda kullanılmakta ve hangi isimle sahada yer alıyor?
Türkiye’de 2012 yılında kuruluşunu ilan eden SADAT bizlere neyi gösteriyor? İlan edildiği ve faaliyetlerine başladığı tarihten bu yana bu yapılanma, başta Dünya’daki istihbarat örgütleri olmak üzere birçok araştırmacının merceğine takıldı. SADAT kuruluş amacını “Dünya’daki islam ülkelerine destek ve bünyesindeki 64 emekli asker ile bu ülkelerin savunma alanındaki ihtiyaçlarına cevap olabilmek” olduğunu belirtmiştir.
SADAT’ın kuruluş amacı her ne kadar bu biçimde belirtilmiş olsa da kurucularını ve bünyesinde çalışan asker-sivilleri etraflıca bir araştırma ile elde edilen verileri işleyerek esas ne tür bir amaca hizmet ettiklerine bakacağız.
Özellikle İslam ülkelerini hedef alan bu yapılanma gerçekten bir islam birliği oluşturup İslam ülkelerini Dünya’da sayılı güç halinemi getirmek istiyor, dengelerin değiştiği günümüz Dünya’sında ABD, İngiltere ve Avrupa’nın Çin ve Rusya’nın etrafına bir yeşil kuşak örme planı olarak mı faaliyetlerine başladı? Yoksa kamuoyunda sık rastlanılan bir görüşteki gibi Faşist Recep Tayyip Erdoğan’ın Özel Ordusu olarak mı boy gösterecek?
TÜRK ORDUSU, HÜKÜMETİ VE FAŞİST TOPLUMU
Bürokrat-burjuva sınıfı gelişme ile değişime uğrayan insanlığı, başlarda daha çok hükmetme, sonraları ise kendini yaşatabilmek adına evrimlere uğratarak “Irkçılığa” itti. Tarihte sıkça karşılaştığımız “Kral’dan daha çok kralcı” olan kesim zihniyet olarak günümüz faşistleri, ırkçılarının atalarıdır. Genel insanlığın sorunlarından biri haline gelmiş faşizm ve ırkçılık, bütün devletlerin üzerinden en fazla nemalandığı hastalıktır. Tarihte de örneği yoktur ki iktidarlar, faşizmi her zaman ellerindeki bir koz olarak kullanmamış olsun.
İtalya’da Musollini, Almanya’da Hitler örnekleri yakın tarihin en çok acıyla görülen ırkçılığın kullanılması örnekleridir. Daha eski tarihlere döndüğümüzde ırkçılıkla pek fazla karşılaşmıyormuşuz gibi görünebilir ancak ırkçılığın üzerinden geliştiği zemini, “Kraldan daha çok kralcı” kesim ile özetlendiğini ifade etmiştik. Günümüz sorunlarının temel kaynaklarından biri konumundaki tedavisi en zor olan bu hastalık, önceki tarihlerde “kral’a tapan” veya kendi çıkarları için “kralı kullanan” hiyerarşik düzendeki üst sınıflarda görüyoruz.
Türk Irkçılığı, Türk Faşizmi veya Türkçülüğün gelişimi birtakım farklılıklar temelinde günyüzüne çıkmıştır. Günümüz “Anadolu” denilen topraklara ve Kürdistan’a girişleri 1071’e dayanan topluluk tarihçiler tarafından “Türk” olarak adlandırılıyor olsa da, yakın çevresine dağılan ve Türk diye adlandırılan soydan daha tutarlı ve geniş bir tarihe sahip “Türkmen” oldukları rahatlıkla görülebilirdir. Osmanlı’daki Burjuvazi, Osmanlı yıkılışından sonra yenildikleri Batı ülkelerinin tüm isteklerini yerine getirdi. Kökeni Batı Avrupa’ya dayanan Irkçılığın Orta Doğu’ya gelişi ve yayılışı, bu sınıfın eliyle gerçekleşti. Osmanlının demografik yapısını önümüze koyup baktığımızda toplum içindeki Bürokrat-Burjuva sınıfı dışında herhangi bir sınıfta böyle bir ideolojinin gelişimine ne fırsat vardır, ne de ihtiyaç.
Türk Irkçılığı
Osmanlı toplumunda kendine yer bulamayan “Irk” ayrımcılığı “Cumhuriyet” ile beraber tek ideoloji olarak dayatıldı. Hitler’in 2. Dünya Savaş’ına sebep olan “Üstün Alman Irkı” teoremi, Mustafa Kemal Atatürk, Kurmayları ve destekçileri tarafından Türkiye’ye uyarlandı. Devlet biçimine dönüştürülen Batı Dünya’sının saldırılarından sözde kurtulmuş Türkiye, Batı’nın her tarafa fütursuzca saldırmasına dayanak yaptığı “Irk Faşizmi”ni yegane ideolojisi olarak benimsedi. Söz konusu dönemde tüm devlet yetkililerinin (Burjuva-Bürokrat sınıfı devletin yönetiminde yer alıyordu) yaptığı bütün propagandalarda Osmanlı yöneticilerinde küçümsenme olarak kabul edilen “Türk Irkı”ndan yüce, kutsal ırk olarak bahsedildi. Devletin şekillenişi, biçimi veyahutta özünü temsilen hazırlanan Anayasa’nın 1. Maddesine Türkiye Cumhuriyeti toprakalarında yaşayan herkesin “Türk” olduğu yazıldı. Kurucu Mustafa Kemal Atatürk kısmi bir kitle tarafından bilinen bir anısında, Kurtuluşu daimi kılmak için yeni bir ırka ihtiyacı olduğunu ve bu ihtiyaç temelinde Türklüğü yücelttiğini söylemiştir.
Devletleşme’den sonra Türkiye’de Kurumsallaşan ve tek ideoloji haline gelen ırkçılık, toplum içinde kabul görmedi. Kürdistan’da Cumhuriyet ilanından bu yana temelinde “Sömürgeciliği” kabul etmeyen birçok direniş gelişti. Şêx Seid, Seyit Rıza’nın öncülüğünü yaptığı direnişler Kürt toplumunda herkesçe bilinen ve karanlıkta bırakılamamış direnişlerdir. Türkiye’nin devletleşme sürecindeki demografik yapısı tek ırk dayatımına müsait değildi ve nitekim de bununla birçok bölgede direniş gelişti. Karadeniz bölgesindeki Pontus-Rum direnişleri günümüzde pek bilinmesede ciddi anlamda boy gösterdi ve direnişteki kesimler tıpkı Seyit Rıza, Şêx Seid’ler gibi katliamdan geçirildi. Rum, Kürt ve Ermenilere yönelik gerçekleştirilen katliamlar üzerine bir Devletleşmeye gidilebilindi. Türk Devleti, binyıllardan beri o bölgelerde yaşayan insanların soykırımdan geçirilmesi ile kurulabildi. Devletin temelinde Ermeni ve Rum Soykırımı vardır. Türkleşmeyen her kesime örnek olarak Ermeniler gösterildi ve bu biçimde “Türkleşmekten” huzursuzluk duyan büyük bir kesim baş eğdi.
Devletleşme sürecine tekabul eden Ermeni Soykırımı’nı, Türk Devletleşmesi süreci izledi. 2. Dünya Savaşından sonra tüm Dünya’da zirveyi gören Sosyalizm-Komünizm ideolojisi, Hitler ve Almanlar şahsında en uç noktasını yakalayan Batı Faşizminin Sovyetlere yenilgisi ile ırk faşizminin karşısında ırkçılığa karşı direniş gösteren kesimlerin altında toplandığı çatı oluşum rolü gördü. Dünya’da fırtına gibi esen sol sosyalizm Türkiye’de de güçlü bir biçimde örgütlenebileceği bir zemin bulabildi. Kürtler. Bölgede Türkleşmeye ve Devletleşmeye karşı direnişini her daim sürdüren tek halk Kürtlerdi ve Komünizm, Sosyalizm ideolojisini benimseyen tüm devrimci oluşumlar güçlenebilmek adına Kürdistan’a, Kürtlere yöneldi. Bu örgütlenmeye karşı durması gereken güç elbetteki Batı’ydı. Çünkü Sovyetlere karşı giriştiği savaşta kaybeden sadece Alman faşizmi değildi. Tüm Batı Dünya’sı o savaşı kaybetti ve Marks-Lenin’in fikirleri ile biçim kazanan Sovyetler, savaşı kazanandı. Türkiye’deki Sol Sosyalist örgütlenme ve hareketlilik de Batı ve Sovyetler savaşı olarak görüldü. Öte taraftan Beyaz Türk Faşizmi, Irkçılığı yıkılacak düzeye geriledi. Türkiye’de gerçekleşen 12 Eylül 1980 darbesi Batı-Sovyetler’in Soğuk Savaşı ve Türk Irkçılığının yok oluşuna engel olmak adına yürütülen savaşın başlangıcı ürünüdür. Beyaz Faşizm 80 darbesi ile yenilgisini tescilledi ve yerini yeni bir akıma bıraktı. Şüphesiz bu akımın iç ve dış ayağı vardır. Devletleşilen 1920’lerden, 2. Dünya Savaşı sonrasındaki Soğuk savaş döneminden, darbenin gerçekleştiği 1980 yılına kadar süre gelen süreçlerde, her zaman bir dış ayak Türk Devleti’ne destek sunmuştur. Türk Devleti dış destek olmadan devletleşmedi, İsmet İnönü ve destekçilerinin İngilizlere çalıştığı su götürmez bir gerçektir. Soğuk Savaş süreci Türk Devleti’ni es geçmedi, aksine Türk Devleti soğuk savaş döneminde ön cephe rolüne giyindirildi. Asıl bakış açısı ile 80 darbesi, Batı’nın Türk Devletine verdiği “İleri Karakol” görevindeki boşlukların doldurulması amaçlı gerçekleştirilmiştir. Yaygın ve doğru olan bir kanı vardır ki Türkiye’de darbe gerçekleştirmek isteyen herhangi bir güç, dış destek almadan gerçekleştiremez. Sadece bu hakikat bile Türk Devleti’nin dışardan dizayn edildiğini anlamak için yeterlidir.
12 Eylül Darbesi ve Sonrasında Yaratılan Türk-İslam Sentezli Yeşil Faşizm
Türk Faşizmi toplumun farklı kesimlerinden devşirilen, saldırı ve baskılar ile soyundan uzaklaştırılan farklı ırkların bir araya getirilmesi ile oluşturulan “toplama” bir oluşumdur. Türk Irkçılığı yapan kesimin (Türkiyede mevcut durumda %85’e varan milliyetçi-militarist bir topluluk vardır) büyük bir çoğunluğu “Türk” soyundan gelmemektedir. Bilhassa bugün Türk Devleti öncüleri en fazla Milliyetçilikten faydalanırken, bu faydacıların başındaki Recep Tayyip Erdoğan’ın dahi Türk olmadığı bilinmektedir. Ancak yeni faşist tipinde Türk oluş veya olmayış bir gereklilik değil, Atatürk’ün de zamanında ifade ettiği gibi sadece bir araçtır. Türk oluş, yeşil faşizmde en sık kullanılan vazgeçilmez bir araçtan öte bir misyona sahip değildir.
12 Eylül darbesinin, yaratılan bu yeni tipteki vizyonu oldukça baskındır. Başta ülkenin askeriye tarafından ele geçirilmesi ve daha sonrasında da getirilen yeni düzenlemeler ile Türkiye’nin bir daha asla Türkiye gibi kalamayacağının alt yapısı hazırlandı. Her kurum ve kuruluşa darbe yapıldı. Eğitim, Sağlık, Ekonomi, dış ve iç işler vs. tüm resmi ve özel kurumlar askeri vesayet altına alındı ve bu vesayetin atadığı kişiler tarafından yeni bir güzergâha itildi. Devrimci, sol ve demokratlara karşı savaş yürütüldü. Binlerce devrimci bu faşist vesayetin atadığı hakimler tarafından müebbet hapislere, idamlara mahkum edildi. 18 yaşından küçük çocukların yaşı büyütülerek idam edildi. Bunlar direnişteki insanlara uygulanan vahşetin sadece bir kısmıydı. Yıllarca halka aşılanan oryantalizm ve faşizm, 1980 ile yeşil faşizme büründü. Uygulanan vahşetin sonucunda elde kalan ise bütünen ABD’ye hizmet eden askeri bir şirket pozisyonuna getirilen Türk Devleti, Türk toplumu ve Türk Faşizmi oldu. 12 Eylül darbesi sonrası Türkiye Yeşil Türkleştirilerek Batı hegemonyasının istediği zaman istediği şekilde yön verebildiği, resmi veya gayri resmi yollarla istediği ülkeye bünyesinde çalıştırdığı bir askeri şirket gibi askerlerini, yetiştirdiği çeteleri gönderebildiği bir hal aldı. NATO gemilerininin geçişini protesto eden tüm devrimciler adeta ortadan kaldırılıp, gemileri kıble yapıp namaza duran yeşil faşistler gayri resmi örgütlemeler ile önemli konumlara getirildi. Tüm hükümet ve iktidarların her fırsatta ta günümüze kadar da zırvaladığı “12 Eylül’ün Yaraları Sarılıyor” naraları altında 12 Eylül’ün bizzat projesi haline gelen Hizbullah’a muazzam fırsatlar sundu.
Yeşil Faşizm-Hizbulkontra Veya Hizbullah
12 Eylül darbesinin Türk-islam sentezini benimsemesi, üçüncü kuşak faşist hareketini gündeme taşıdı. Yeşil Türk Faşizmi dediğimiz bu akım, 1970’lerden itibaren Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu’da yayılmasını önlemek, Sovyet Rusya’yı Afganistan’dan atmak, Orta Asya’da sorunlarla uğraştırmak ve İslam ülkelerinin demokrasiye ve sosyalizme kayışını önlemek isteyen ABD’nin ırkçı milliyetçiliğe göre daha kullanılır görmesi ve desteklemesi sonucunda gelişim sağlamıştır. İslamcı hareket ağırlıklı olarak İngiliz hegemonyacılığına hizmet temelinde ortaya çıkmıştır. Kapitalist moderniteden bağımsız değildir. Sanıldığı kadar millici ve özgürlükçü de değildir. Kapitalist milliyetçiliğin bir versiyonu olarak geliştirilmiştir. Temel hedefi, islami kültürün yaygın yaşandığı toplumların demokratikleştirilmesini ve sosyalistleştirilmesini barajlamak, islam kültürünü kapitalizme entegre etmektir. Tüm hegemonik güçlerin bu amaçla kullandığı araçlar arasındadır.
Beyaz ve Kara Faşizm Türkiye’deki tüm toplumlar üzerine hedeflenilen üzerine Ermeni ve Rum soykırımlarına benzer soykırımları gerçekleştirmekte başarısız oldu. Büyük bir kesimi Türkleştirmeyi başarmış olsa da baş eğmeyen soy olarak kurulu projeler önüne engel olan topluluk Kürt topluluğuydu. Bunu yukarıda da kısmi olarak belirtmiştik. Beyaz ve Kara faşizm Kürt toplumu ve Kürdistan toplumu içinde istenilen etkide bulunamadı. Buna karşın ihtiyaç duyulan üçüncü kuşak faşizm projesi düzenlendi. Yeşil Faşizm dediğimiz bu üçüncü kuşak tipi, Kürtler içinde etki gücü birhayli fazla olabilecek bir tipti. Beyaz ve Kara faşizm içinde eritilemeyen Kürtler, bu faşizmden İslami ve tarihi kültürün harmanlandığı bir kültür sayesinde korunabildi. Ancak Yeşil Faşizm doğrudan bu harmanlanmış kültürü hedefledi. İslami temelli bir oluşumun, toplum iç yapısının islami kültür ile iç içe sayılabilecek düzeyde olan kürtler içinde ne denli etkili olabileceği o dönemde Sovyet Rusya’sının etki gücünü azaltmak isteyen klikler tarafından iyi hesap edildi.
Bu klikler Türkiye’de ülkenin Başbakan’ından da saklayabilecekleri devasa projeleri hayata geçirebilen bizzat devletin kendi imkanlarından da faydalanabilen, üyelerini kendi seçtikleri askerler, uzman ve profesörlerin çalıştıkları kurumlar kurdu. Bülent Ecevit ki Türk Devleti’nde Başbakan’dı, Türkiye ve çevre ülkeler çapında faaliyet yürüten bir kuruluşun var olduğunu tesadüfi bir olay ile öğrenebildi. Özel Harp Dairesi. Bu Daire bizzat NATO tarafından kurulup destekleniyor, eğitim-öğretim faaliyetleri NATO askerleri ve uzmanları tarafından örgütlenip veriliyordu. Yeşil Faşizm’i geliştiren, Beyaz ve Kara Faşizm’i oldukça rahat bir biçimde arka plana iten NATO’nun kendisiydi.
Mevcut dönemin iktidarı AKP, puzzle’nin önemli bir parçasıdır. Bu iktidar ile birlikte sadece Türkiye’yi değil tüm bölgeyi kapsayan emellerdeki adımlar ileri düzeye taşındı. SADAT bu durumun doğurduğu bir ihtiyaç olarak oluşturuldu. Özel Askeri Şirketler devletlerin kendi kamuoyundan doğabilecek tepkileri dindirmek için kullanıldığını belirtmiştik. Türk Devleti Türkiye sınırları içinde hertürlü faaliyeti yürüttü ancak ABD’nin müdahale etmek istediği diğer ülkelere girmeyi başaramadı. Ki denemesini yapmasına rağmen bunda başarılı olamadı. Kamuoyu tepkisi bunda caydırıcı oldu ancak güncel olaylarda da gördüğümüz üzere Türkiye’de kurulan ilk özel askeri şirket SADAT bünyesinde gönderilen herhangi bir eski asker veya çete, kamuoyunda aynı tepkilerin doğması önünde bir set çekti. Kurucuları Özel Harp Dairesi elemanları olan SADAT, ABD’nin müdahale etmek istediği ülkelere rahatça askeri güç gönderebilmek için var edildi.
1. Bölüm: Tıklayınız
Yarın 3. Bölüm: SADAT
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi