08 Ocak 2017 Pazar Saat 09:02
“Tarih, Şimdidir ya da “Kürdistan Tarihi’ne Özlü Bir Bakış
gerçekliğini “Tarih günümüzde gizli ve biz tarihin başlangıcında gizliyiz
özdeyişinden esinlenerek yazılmıştır. Başkan Apo’nun bu deyişi hep
etkilemiştir. Daha sonraları İmralı Savunmalarında Başkan Apo’nun “Toplumların
da organik varlıklar gibi gen yapılanmaları vardır tespiti de öyle
etkilemiştir.
İÇİNDEKİLER
SUNU
A-TARİHİ CANLI YAŞAMAK 13
Kürdistan Tarihine
Ve Toplumuna Yaklaşım Üzerine Birkaç Söz 13
Kürdistan’ın
Toplumsal Ve Coğrafik Koşulları 24
Kürtlerin Analarına
İlişkin Kısa Bir Değerlendirme 28
“Toprak Kadar Eski
Halk, Kürtler Ve “Altın Üçgen 34
B-TARİHE DAMGASINI VURAN İKİ ÇİZGİ: İHANET ve DİRENİŞ 45
Zerdüştilik Felsefesi 45
Son Med Kralı
Astiyages Ve Harpagos’un İhaneti 48
Pers Magamonisi Ve
Kürdistan’da İşgaller Süreci 51
Tarihsel Gelişim
Seyrini Yaşamama Ve Bunun Doğurduğu Sonuçlar 61
C-ARAPLAŞTIRMA, 10 YY’DA KÜRT BEYLİKLERİ ve KÜRT OSMANLI
İLİŞKİLERİ 63
Kürdistan’da
Arapların İşgali Sonucu Gelişen İşbirlikçilik Ve Buna
Karşı Geliştirilen
Direnişler 63
İşbirliği Temelinde
Gelişen Sınıflaşma Ve Üst Tabakanın Oluşumu 72
Kürdistan’da 9. YY.
Ve Sonrası Durum 75
Kürtlerin Bu Süreçte
Gelişimi 75
Türklerin
Anadolu’ya Girişi Ve Malazgirt Savaşı 84
Moğolların
Çekirgeler Gibi Kürt Bölgelerini İstilası 87
15-16. YY. Da
Osmanlı Kürt İlişkilerinde Gelişme,
Yükselme, Gerileme
Ve İdris-İ Bitlisi 90
D-19. YY.DA KÜRDİSTAN VE DİRENİŞLER 113
Ortadoğu’da İngiliz
Siyaseti 115
Gelişen Direnişler,
İsyanlar ve Kürt Egemenlerinin Karakterleri 116
Baban Emirliği
Direnişi 119
Rewanduz
Direnişi 121
Bedirxanların Botan
Direnişi 127
Şeyh Ubeydullah
Nehri İsyanı 135
Nakşîciliğin 1800’lerde Kürdistan’da Ortaya
Çıkışı 139
Kürdistan’da Yapay
Olarak Oluşturulan Ağalık Kurumu 148
Hamidiye Alayları
ve Mangurtlaştırma 152
Aşiret
Mektepleriyle Geleceğin Beyinlerinin Yetiştirilmesi Projesi 157
Sabetaycılık, Yahudilik
ve Türkçülük Üzerine Birkaç Söz 161
İttihat ve
Terakki’ye İlişkin Kısa Bir Değerlendirme 170
1900’lü Yıllarda
Kürt Cemiyetleri 175
Birinci Dünya
Savaşı Öncesi, Süreci Ve Sonrasında Kürdistan’daki
Durum 177
Kürt Ve Ermeni
İlişkileri Üzerine Birkaç Söz 191
E- KAPİTALİZMİN YARATTIĞI TARİHBATLAR VE 20. YY.DA
KÜRDİSTAN’DA DİRENİŞLER VE İSYAN SÜREÇLERİ: 203
Sykes-Picot,
Dağılan Osmanlı, Sevr Ve Lozan Antlaşmaları Sonucunda Kürdistan’ın Durumu 203
Mustafa Kemal’in
Kürt Sorununa 1919-1923 Yılları Arasında
Yaklaşımına İlişkin Birkaç Belge 211
Gelişen Direnişler,
İhanetler ve Başaramamanın Nedenleri 215
Azadî Cemiyeti 215
Şeyh Said İsyanı 216
Şeyh Said İsyanı
sonrası gelişen direnişlere ilişkin kısa bilgiler 234
Xoybûn Cemiyeti 242
Ağrı Direnişi ve
İhsan Nuri Paşa 243
Dersîm, İnönü’nün
Kürt Raporu, İhanet ve Soykırım 249
Tarihsel Olarak İhanetin Yaratmak İstediği Tiplere Çarpıcı
Örnekler
Enkidu, Mattizawa, Harpagos… 263
F- EZİLEN DİRENİŞLER SONRASI KÜRDİSTAN 275
Direnişler Sonrası
Süreçte Dünya Durumu Karşısında Kürt gerçeği 275
Kuzey Parçasında
Ortaya Çıkan Çeşitli Eğilim ve Hareketler 281
Doğu Kürdistan
Parçasındaki Gelişme ve Mücadele Durumu 286
Güney Kürdistan’da
Gelişme ve Mücadele Durumu 296
Batı Kürdistan’da Kürtlerin Durumu 311
Kafkasya’daki
Kürtlerin Durumu 316
Kendine ve Ülkeye
İhanetin Gelişmesi 317
G- ULUSAL UYANIŞ VE 14 TEMMUZ BÜYÜK ÖLÜM ORUCU: ‘’İHANETİN
GÖĞSÜNE SAPLANAN HANÇER!’’
PKK’nin Ortaya
Çıkış Koşulları ve Gerekçeleri 321
Ulusal Kurtuluş
Deneyimleri 321
Türkiye Devrimci
Hareketi 323
Kürt Sol ve
Reformist Hareketleri 325
Kürdistan’ın Diğer
Parçalarındaki Durum 326
Demokratik Ulusal
Harekete Duyulan İhtiyaç 329
Bir Halkın Meşru
Müdafaası Olarak PKK’nin Doğuşu 330
Meşru Savunma ya da
Var Olmanın Zorunluluğu 333
Kürdistan’da
Direniş Geleneği 333
Kürdistan’da
Egemenliğin Karakteri 339
Haklılık ve Var
Olmanın Zorunluluğu 342
Özgürlük
Mücadelesinin Karşısına Dikilen Toplumsal Zemin ve
Anlayışlar 346
Feodal Komprador
Anlayış ve Kişilikler 346
Reformist ve
Teslimiyetçi Hareket, Anlayış ve Kişilikler 349
İhaneti Kanıksamış
Karşıt Örgütlenmeler 351
Hilvan-Siverek
Direnişi ve İşbirlikçi Feodalizme Vurulan İlk Tokat 358
Geri Çekilme, 12
Eylül Faşizmi, Yurtdışı Hazırlıkları ve Ülkeye Yeniden Dönüş Kararı 364
14 Temmuz Büyük
Ölüm Orucu, İhanetin Göğsünü Saplanan
Hançerdir! 377
H- SONUÇ YERİNE 387
İhanetin Göğsüne
Hançer gibi Saplanan
Emek Sahibi Tüm
Adalet ve
Özgürlük
Arayışçılarına…
SUNU
“Tarih, Şimdidir ya da “Kürdistan Tarihi’ne Özlü Bir Bakış
gerçekliğini “Tarih günümüzde gizli ve biz tarihin başlangıcında gizliyiz
özdeyişinden esinlenerek yazılmıştır. Başkan Apo’nun bu deyişi hep
etkilemiştir. Daha sonraları İmralı Savunmalarında Başkan Apo’nun “Toplumların
da organik varlıklar gibi gen yapılanmaları vardır tespiti de öyle
etkilemiştir.
Tarihi ele alırken ünlü edebiyatçı Charles Dickens’ın
“Nasıl ki bir çiviye elbise asıyorsam, tarihi olaylar da kendi düşüncelerimi
asmak için en sağlam dayanaklardır deyişinden hareketle bu kitapta tarihi
olaylar ekseninde düşünceler benzer bir şekilde geliştirilmeye çalışılmıştır.
Keza “Tarih yazarları salt gözlemciler değildir. Kendileri de eylemin
parçasıdırlar ve kendilerini eylemin içinde gözlemlemeleri gerekir ifadesini
dile getiren büyük tarihçi John King Fairbank’in yaklaşımları da önemli oranda
söylemek istediklerimizi aydınlatmaktadır.
Elbette bu araştırmanın ne kadar objektif olup olmadığı
sorulabilir. Bu soruya cevabı bir tarih araştırmacısının diliyle verecek
olursak: ‘Objektif Tarihçi’, kendini objektif sayan ya da böyle görmeyi tercih
eden ve kendini tüm ideolojilerden ve dönemin bağlamından bağımsız gören kişi
değildir. ‘Objektif Tarihçi’ ortaya koyduğu tarih yazımını, kusursuz bir
gerçeklik olarak sunmaya kalkan değil tarihsel gerçeklerin ve teorilerin
sınırlarını kabul eden, değerlerin ve gerçeklerin bir arada olduğunu ve
bunların kendi üzerindeki etkisini fark eden, nihayet vardığı sonuçlara, hangi
gerçeklerden ve hangi değerlerden yola çıkarak vardığını söyleyen kişidir.
Bu çalışma Kürdistan’ın karakteri ve sembolü haline gelmiş
olan sarp dağlarda ve gerilla ortamında yazılmıştır. Gerillada yazmanın
avantajları olduğu kadar bazı dezavantajları da vardır. Avantajları, tüm
baskılardan ve etkilemelerden uzak olarak alabildiğine hür ve sınırsız özgürlük
ufku ile ne yazmak istediğine zemin sunan bir ortam oluşudur. Akademizm ile her
türlü modern zamanların bilimciliği ve sözüm ona yazı disiplini öğretilerinden
azade olarak, bizzat içinde olduğun özgürlüğün tarihini yapma eylemi içinde
yazıyor olmanın güveni ve üretkenliği de cabası olsa gerek. Dezavantajlarından
biri her zaman-savaş şartlarından kaynaklı-yazı yazma olanağı bulamamak. Bir
ikincisi ise, araştırdığın konuya ilişkin daima incelemek istediğin materyale
erişememek olarak belirtilebilir. Fakat bütün bu durumlara rağmen, Kürdistan
Dağları’nda avantaj ve dezavantajları yan yana koyduğumuzda, bazı yoksunluk ve
koşulsuzluk hallerine rağmen, gerilla ortamında yazmanın çok daha avantajlı
olduğuna kanaat getirmek içten bile değildir. Bu çalışmayı yaparken esas alınan
kaynaklar başta Başkan Apo’nun savunmaları, yıllar yılı yaptığı çözümlemeleri
ve kitap çalışmalarının ile yanı sıra ağırlıklı olarak yıllardır gerilla ortamında
yapılan çeşitli araştırma-inceleme kitapları olduğunu belirtmek gerekiyor.
Gerillada çok zengin bir araştırma-inceleme külliyatı bulunuyor. Bu gerçeği
kitap çalışmasını planlayıp, uygulamaya başladığımız andan itibaren ilk kez bu
denli açık gördük. Bu bizim açımızdan aynı zamanda bir özeleştiri hususu olan
fark ediştir. Umuyoruz ki elinizdeki kitabın referans verdiği kaynaklar ile az
da olsa telafi edilme imkanı bulacaktır.
Başka önemli bir hususa değinmeden geçmek istemiyoruz.
Tarihi-Halkların Tarihi’ni- yazabilmek için öncelikli olarak var olan verilerin
dışına çıkabilmek gerekiyor. Evet, bunun için Kürdistan Tarihi’nin derinlerine
inmeden yazmak zordur. Hatta yer yer imkansızdır. Kürdistan Tarihi’ni-biz buna
Kültürel Tarih diyelim-somut verilerle verebilmek için öncelikli olarak sözlü
destanların dilini bir bir çözmek gerekiyor. Dilini çözmek demek yorumlamak
demektir. Böyle bir çalışma şimdilik ortada duruyor. Tarihçiler, dil bilimciler
ve belki de edebiyatçılar bu işe bir gün el atacaktır. Ancak kendi geçmişini
araştıran ve araştırarak kendisi için sonuçlar çıkarmak isteyen duyarlı
Kürt-Kürdistan Araştırmacıları öncelikli olarak böyle bir çalışmaya başvurması
ya da başlaması çok anlamlı olabilir.
Sözü uzatmayalım, yazılacak çok şey vardır. Ancak
yazılanların sağlıklı yazılabilmesi için öncelikli olarak Kürtlerin tarihi
dokusunu sözlü tarih diye adlandırdığımız destanları, türküleri, dengbejlerin
dillerinde düşmeyen kılamlarını ve de analarımızdan ve büyüklerimizden
dinlediğimiz hikayeleri bir bir çözmeliyiz. Kürdistan’da tarihin çeşitli
evrelerinde gelmiş geçmiş, yazılmış olan seyyahların bıraktıklarına da
bakmalıyız. Ya da bir yoldaşımızın yazdığı gibi: “Ya dengbejlerimizin
lavikleri, hayranokları, lorandınları, payzokları, şînleri, paleleri, destanları…
Ana teması, figürleri ve tınıları kadın eksenli olan Botan Dansları ve Botan
Müziği’nin, doğayla bütünlüklü bir uyum içinde toplumsal üretimi ve üretime
dayalı bir toplumsal yaşamı anlatan bu harikulade tınıları ve figürleri örgütlü
egemen güçler tarafından yağmalanarak, imha edilmiş olan kadın uygarlığının
dolaysız ifadeleri, tartışmasız belgelerinin dilini çözmemiz gerekmektedir.
Yine başka bir yoldaşın dile getirdiği gibi: “Yeni tarih
yazımı arkeolojik çalışma gibi tonlarca toprak, taş çıkartılarak ancak bunun
içinde de belki de birkaç ufak tefek parçacık işe yarayabilir. Belki de kimi
zaman aradıklarına bir katkı sunamadığın gibi oldukça büyük zaman israfı da
yaşarsın. İşte Kültürel Tarih yazımı böyle adım adım, parça parça iğne ucu ile
üstü betonlaşmış gerçekleri kazarcasına veriler toplayarak yazılabilinir. Bunun
başka da yolu yoktur. Böyle parça parça ortaya çıkarılmış olacak olan değerleri
de ileriki bir süreçte ilmik ilmik örerek tarihi bir bütünlük oluşturulabilir
gerçeğini bilerek tarihi verileri ortaya çıkarmaya başlamak olmazsa olmaz
kabilinde yurtsever, demokratik hatta devrimci bir görev olarak önümüzde
durmaktadır.
Başkan Apo yeni tarih yazımına ilişkin: “Tarih bilimi
gelişim yolundadır. Daha çok mesafe alması gerekir. Uygarlığın ideolojik
hegemonya yüklü tarihinin tarihsel-toplumsal gerçekliği aydınlatıcı değil,
köreltici işlev gördüğünü hiç unutmadan, tarih okuma ve yazma çalışmalarını
yapmalıyız.
Eminim ki, yeniden yazılacak tarih kitapları özellikle
kabile sistemlerinin gelişimlerine büyük değer biçeceklerdir. Aile yaşamı da
dahil, ekonomik, sosyal, siyasal ve ideolojik (dinsel, sanatsal ve bilimsel
olanları dahil) çalışmaların en uygun biçiminin yenilenmiş haliyle kabile
(komün) boyutlarında gelişmesi, toplumsal yaşamın sağlıklı gelişmesi açısından
vazgeçilmezliğini sürdürecektir. İnsanlık uzun süre modernitenin sadece kabuğu
kalmış, her şeyi kâr amaçlı olan aileci, hanedancı ve şirketçi kurumlaşmasını
taşıyamaz. Ulus-devletin bu yapay yaşam karşıtı kurumlar kurumu olan ‘Zeuslaşmış’
tanrısallığını sürdüremez demektedir.
Bu çalışmamızda “Tarih, Şimdidir, (Kürdistan Tarihi’ne Özlü
Bir Bakış) ile tarihte olup bitenlere bir göz atmak istedik. Esas amacımız
tarihi incelemek olsa da, çalışmaya başladığımız an’dan itibaren Kürdistan’da
yaşanan kahramanlıklara ve ihanetlere de yakından bakmak zorunlu görülmüştür.
Uzun ve yorucu bir çalışma olduğunu söylemeden geçemeyeceğiz. Ancak bu
çalışmanın canlarını dişlerine takarak kanları, ruhları ve olağanüstü
emekleriyle Kürtlerin özgürlük ve birlik rüyalarının günümüzde ufukta görünür
hale gelmesini sağlayan şehit yoldaşlarımızın anılarına mütevazı bir karşılık
olabilirse, kendimizi amacımıza ulaşmış addedeceğiz.
Evet, biz de inandığımız, gerçekleşmesi için mücadele
ettiğimiz ütopyalara ve gerçekliklere sadık kalarak tarihe ezilenlerin,
horlananların, itilmişlerin, sömürülenlerin, baldırı çıplakların, çapulcuların
ve binlerce yıldır egemenlere mahkûm olarak durmadan katliamlardan
geçirilenlerin, dilsizlerin, cümle kadın ve çocuklar ile gelecekleri karartılan
gençlerin hak ettikleri adalete, eşitliğe, kardeşliğe, özgürlüğe,
dayanışmacılığa ve komünal yaşama kavuşarak, kendileri olacakları günlerin
mutlaka öngörülebilir bir zaman diliminde yaşanacağı umuduyla yazmaya çalıştık.
Saygılarımla
Kasım Engin
25 Ekim 2014
A-TARİHİ CANLI YAŞAMAK
1.Kürdistan Tarihine ve Toplumuna
Yaklaşım Üzerine Birkaç Söz
Günümüzde tüm sosyal bilimciler, geleneğin toplumsal gücü
üzerine oldukça ilginç tartışmalar yürütüyorlar. Geleneğin, insan zihniyet
şekillenmesi üzerinde belirleyici etkide bulunduğu, artık tartışma götürmez bir
gerçeklik olarak karşımıza çıkıyor. Kürt toplumsal şekillenmesini
değerlendirirken, geleneğin tarihsel evrimini göz ardı etmek, bilinçleri
muğlaklaştırmanın ötesinde bir anlam ifade etmiyor. Başkan Apo’nun bu konuda
yaptığı çözümlemeler oldukça çarpıcıdır: “Gelenek neyse gelecek de odur
denilir. Temeli yanlış örülen bir toplum, gereken düzeltmeyi yerinde ve
zamanında yapmazsa içeriğine göre bir yıkılışı yaşayacaktır. Doğru tanımlanamayan
bir tarih ve toplum da, sürekli bir tehlike ve bunalım kaynağı olmaktan
kurtulamayacaktır der.
Denilebilir ki, toplumsal yaşamın zihniyet şekillenmesini
Başkan Apo kadar daha yalın çözümleyebilen başka bir önderlik ve düşünür
yoktur. Bu konuda sosyologların, antropologların ve hasılı sosyal bilimcilerin
ağırlıklı kısmının yaptığı çözümlemeler, toplumu köklerinden ve ana kaynağından
koparmaktan başka bir anlam içermiyor. ‘Sosyal Bilimci’ diye kendilerini
tanımlayan ve ekol olarak kurumlaştıran bu anlayış sahipleri, toplumsal
dinamikleri her gün için için eritiyorlar. İktidarlaşan bilimin, toplumun
başına ne büyük belalar açtığını Başkan Apo, Savunmalarında oldukça geniş
değerlendirmiş bulunuyor: “Bu konuda yanlışlık belki bilimin tespitlerinde
olmayabilir, ancak yöntem ve tarzda çokça yanlışlığa düştüğü, tüm toplumsal
dinamikleri yanlış yönlendirdiği de kuşku götürmez. Bu bir gerçeklik olarak
her gün karşımıza çıkmaktadır. Bu konuda bilimin tespit ve uygulama
yöntemlerini birbirinden ayırarak ikisini karıştırmamak hayati önem
taşımaktadır.
İçinde yaşadığımız bu çağda bilim, organik varlıklar gibi
toplumsallığın da gen yapılarından söz ediyor. Olgunun gelişim aşamalarını
doğruya yakın olacak biçimde değerlendirmek, toplumsallığın günümüzde içinde
bulunduğu “kaos u anlamak ve buna çözüm bulmak açısından önemlidir. Bu anlamda
Kürt toplumsal dokusunun doğru çözümlemesini yapmanın yolu, tarihi doğru
çözümlemekten geçer. Başkan Apo insan ve toplumsallığın evrimini “kök hücre den
alarak, toplumsal tarih ve sosyolojik çözümlemeye tabi tutmuş, bu konuya yeni
bir bakış açısı getirmiştir. Bizim bu noktada yapacağımız araştırma, Kürt
toplumsal gerçekleşmesini bu bakış açısına göre incelemek olacaktır. Güncelden
hareket ederek, Kürt’ün zihniyet formatını açıklamak fazla bir anlam ifade
etmez. Kaldı ki bu yöntem, doğru çözümleri de bağrında taşımaz. Geleneğin
gücüne sürekli vurgu yapılmasının altında bu durum yatıyor.
Bağlamı bu şekilde belirledikten sonra, Kürt’ü etnisite
oluşumundan ele alıp değerlendirmek bir başlangıç noktası olabilir. “Tarihsel
olabildiğin kadarıyla, gerçekle birliktesin derken, Başkan Apo bugün bile
zihniyetimize hükmeden Kürt’ün bu ilk oluşum halinin, hala daha gücünü ve
tazeliğini büyük oranda koruduğunu belirtmek istiyor. O halde ilk oluşumumuzu
canlı bir organizmanın “kök hücre sine benzetebiliriz. Anlam ve duygu dünyamızı
ilk anlam damlasından alıp bugüne getirmek, büyük sonuçlar doğurabilir. Yani
“Tarih, Şimdidir. Ama bir farkla tarihten süzülüp gelirken, yalan ve yanlış
halkaları sökerek, yanlışları-kırılmaları, aldatılmaları da bir bir görerek!
Çünkü Tarihte canlı bir organizma gibi bu oluşum da,
varlığını kesintisiz bir şekilde sürdürerek günümüze kadar süreklileşen bir
seyir olarak izlemiştir. Zira, tarih bir kere olmuş-bitmiş bir olgu değildir.
Tarih, tıpkı bir nehir gibi aktığı yatağa iz bırakmış, başka kaynaklardan
beslenerek anlam dünyasının baş aktörü olma rolünü oynamıştır. Tarihi salt
kuru, kronolojik bilgilerle ele almak, hiyerarşik sistem zihniyetinin
yaklaşımıdır. “Öyle anlar olur ki, tarih bir kişilikte yaşanır, kişilik bir
tarihte yaşar. Güncelliğin (şimdiki halin) tarih, tarihin şimdi olduğuna da
ilke düzeyinde değer biçmekteyim. Yerel şimdiki hal, salt bir tekrar olarak,
bir gelenek olarak tarihi tekrarlamaz. Hâlbuki ‘şimdi’ tarihtir, gelecektir.’’
(Abdullah Öcalan, Özgürlük Sosyolojisi) Özcesi, bizim yaklaşımımız daha
yaratıcı ve üretkendir. Tarihin belirleyici özüne önem vermek, bundan gereken
sonuçları çıkarmak, tarihe yüklenen yanlış anlamları gidermek ve hak ettiği kutsal
doğrultuya sokmak açısından önemlidir. “Tarih, bir halkın hafızasıdır, tarihini
bilmeyen bir halk hafızasını yitirmiş bir insana benzer ve “Tarihsiz insan
köksüz, geleceksiz ve belleksiz insandır
derken herhalde bu gerçeklik kast edilmektedir.
Bugün karşımıza tüm görkemi ile olduğu kadar olanca
yetmezliği ve yenilgileriyle bir tarih dikiliyor. Beğenelim ya da beğenmeyelim,
sevelim ya da sevmeyelim, bir gerçeklik olarak bu olgu her gün kendini
hissettiriyor. Peki, bu tarihten kadim Kürt Halkı’nın payına düşen nedir? Bu
tarih, Kürt boyutunda nasıl bir toplum ve birey gerçekliği yarattı? Ya da bu
tarih, kimler tarafından ve hangi yöntemlerle kontrol altına alındı? Hiç
kuşkusuz ki Bu sorulara verilecek doğru yanıtlar, karanlıkta kalan birçok
noktayı aydınlatacaktır.
Bu çalışmada amacımız, Kürdistan Tarihi ile birlikte
Kürdistan’da yaşanmış ve yaşanmakta olmaya devam eden ulusal ihanet durumlarını
da yazmaktır. Muradımız bu şekilde, PKK’nin ortaya çıkışı, dönemin koşulları
ile toplumsal yok oluş eşiği ve son kırk yılda ayrıntılarıyla işleyeceğimiz,
tarihle verilen amansız mücadele ve hesaplaşma kavgası sonucunda ulaşılan
demokratik ulus düzeyini çok daha berrak bir şekilde aydınlatmaya çalışmaktır.
Kürt Toplumsal Formu’nun daha iyi anlaşılması açısından, yeri geldiğinde tarihe
vurgular yapmamız ve gerektiğinde derinleştirmemiz, işlediğimiz konunun
öneminden dolayıdır. Etnisitenin, yani doğal toplumun komünal değer
yargılarının gerçekleşme diyalektiğini işlemekten çok, tarihsel-toplumsal
koşulların Kürt zihniyeti üzerinde yaptığı etkiyi işlemek öncelikli
hedefimizdir. Esas amacımız ise Kürt’ün Tarihi’ni, direniş ve ihanet
diyalektiğini iç içe işlemektir. Genelde Kürt Tarihi denildiğinde “Kendi kurdu
bol olan halk ya da “ihanetçisi çok olan halk yakıştırmaları çokça yapılır.
Aslında bu söylemlerin derin sosyolojik anlamları vardır. Bu sosyolojiyi
çözmeden, Kürt’ü çözmek neredeyse imkânsız hale geliyor. Bunu da yapabilmek
için hiç kuşku yoktur ki Kürdistan Tarihi’nin derinliklerine dalmak kaçınılmaz
olacaktır.
Peki, toplumsallığı yaratan, hem devletçi hem de demokratik
uygarlığın en gelişkin formlarına beşiklik eden bu coğrafya ve toplum, nasıl
oluyor da bu gibi geriliklerin esiri haline geliyor? Öyle basit, sıradan ve
yüzeysel yaklaşımlarla bu zor ve derin çelişkinin çözümlenmesi mümkün
görülmemektedir. Geleneğin gücüne bu kadar önem verilmesi bundandır. Gelenek
bir anlamda, yaşama anlam katan kültürel dokunun kendisidir.
“Gelenekler geniş anlamıyla bir kuşaktan ötekine
geçirilebilen bilgi, tasarım, inanç, yaşantı biçimi daha geniş anlamıyla maddi
olmayan kültürdür. Dar anlamda ise, kuşaklar boyunca bir toplumun önemli
konulardaki görüşleridir. Gelenekler sözlü ve yazılı olmak üzere iki bölüme
ayrılırlar. Daha güçlü olarak toplumsal yaşamın düzenlenmesinde ve
denetlenmesinde önemli rol oynarlar. Genellikle tutucu olan gelenekler aile,
hukuk, din ve politika gibi toplumsal kurumlar üzerinde etkilidirler. Bireyin
bağlı bulunduğu grubun ya da toplumun geleneklerine karşı çıkması, bu karşı
çıkışın derecesine göre bireyin toplulukça aforozundan saldırıya uğramasına,
hor görülmesinden alaya alınmasına kadar genişleyen tepki türlerinde
biçimlenir. Yasa, geleneklere ve onlara aykırı davranışlar için verilecek olan
cezaları bir ölçüye sokmaya çalışır. Gelenekler, genellikle yasalardan çok daha
geniş bir alanı yönetirler. (Abdullah Öcalan SBA. Sözlükler)
Uygarlığa yol açan, yön veren bu kültürel doku, köleliğe
karşı doğal toplumun değer yargılarını savunmak için çok kutsal mücadeleler
vermenin yanında, ihaneti dar bir düzeyde de olsa içselleştirmesi ciddi bir
çelişki olarak varlığını hala korumaktadır.
İnsanda düşünselliğin başlamasından bu yana ihanet, en
lanetli bir biçimde vicdanlarda, inançlarda ve yaklaşımlarda mahkûm edilmiştir.
Dünyanın her toplumunda geçerli tek bir ortak kural vardır. O da Kendi özüne
yapılan saldırının ihanet olarak kabul edilmesi ve en güçlü yaptırımlarla
cezalandırılmasıdır.
O halde Kürt toplumunda yaşanan nasıl bir gerçekliktir ki
Hainliğin günlük bir şekilde kanıksanır hale gelmesi şöyle dursun, bu kahredici
düşkünlüğe rağmen yaprak bile kıpırdamıyor? Hatta tam tersi doğrultuda, hainlik
statüsü içindeki bireyler, babayiğitlik yapmış gibi meydanlarda at koşturmaktan
geri durmuyorlar. İleriki bölümlerde bunu ayrıntılarıyla açacağız ancak,
şimdiden birkaç örnek vermekte yarar görüyoruz: Harpagos, Astiyages’e ihanet
edip, Med Krallığı’nı altın tepside Perslere sunduğunda, o kadar soğukkanlıdır
ki, tüyleri bile ürpermiyor. Hatta dediğimiz gibi tersine, Astiyages’e karşı
sanki büyük bir marifet yapmışçasına ona “bak dün kraldın, bugün kölesin
diyebiliyor. Daha yakın tarihte ise onlarca yıl TC Devleti’nin kurumlarında
siyaset yapan ya da siyaset yaptığını düşünen bazı kişiliklerin nasıl birden
bire Kürt kesildiklerini hepimiz görebiliyoruz. Hatta bunun da ötesinde
dağların doruklarında kanları pahasına mücadele eden Kürt Halkı’nın
evlatlarına çok rahat kızarmadan, bozarmadan saldırabiliyorlar. Bu kez tersten
bir örnekle, onlarca yıl Özgürlük Mücadelesi içerisinde yer alan çok sayıda
kişi, dağları terk etmenin de ötesinde, indikleri yerlerde işbirlikçi ve TC
Devleti’yle el ele Özgürlük Mücadelesine saldırabiliyorlar. Kimisi daha ileri
giderek, kontra çalışmalarına katılıyor. Bu çelişkiler çözülmeden, Kürt’ü
çözmek imkânsız, Kürt’ü de çözmeden, bu tarihi çözmek imkânsız hale geliyor.
Önemli diğer bir husus da, Kürt’ün tarihinde mücadele
yöntemlerini incelemek olacaktır. Çünkü tarihin derinliklerinden akıp gelen
mücadele kültürü ya da savaş kültürü, güncelliği de yoğun bir şekilde
etkiliyor. Savaş Tarihçisi James Keegan, “halkların kültürünün, onların savaş
ya da mücadele kültürlerini birebir etkilediğini söylüyor. Aslında Başkan
Apo’nun “Toplumların da organik varlıklar gibi gen yapılanmaları vardır
derken, kastettiği bu gerçekliktir. Atadan kalma mücadele, savunma ya da kavga
kültürü bugün de Kürt’ün Savaş Kültürü’nde görülüyor. Yanı başımızda yıllardır
süren peşmergeciliği, tarihin en geri safhalarında görmemek mümkün mü?
Dışarıdan gelen bir saldırı gücüne yamanmak için ya da komşusunun arazisine-merasına
konmak isteyen aşiretler misali, işgalcinin yanına geçerek, ona yol-yöntem
göstererek, kendi halkına, kanına ve kapı komşusuna, düşmanıyla birlikte
saldırmak ne kadar da benziyor bugüne! Yine düşmanın yanına geçerek silahlı
koruculuk yapan onlarca aşiretten söz etmeden de geçemiyor insan. Bu durum
hiçte yabancı gelmiyor belleklere. Günlük olarak Kürt Formu içinde basit
çıkarlar uğruna yapılan kavgalardan ise hiç söz etmiyoruz bile.
Bugünü anlamak için tarihin derslerle dolu sayfalarına
inmek, Kürdistan Tarihi’nin baş aşağı gidişine müdahale etmek ve yine bu
tarihi, tekrar rayına oturtmak açısından önemlidir. Başkan Apo, bireyin kendini
tanıma ve çözme yöntemlerine ulaşmasına büyük önem veriyor. Bireyde açığa çıkan
potansiyel, eğer doğru ve tutarlı temelde kullanılırsa, tüm bir toplumu
etkileyebilecek güce sahiptir. “Hiçbir zaman özgürlük ideolojileri ve projeleri
bir anda toplumsal yapının beyninde yeşermez. Önce bireyde başlar, sonra
toplumda anlam kazanır. Başkan Apo bu durumu şöyle çözümlüyor: “Kendini bilme,
tüm bilmelerin temelidir, kendini bilmeden edinilecek tüm diğer bilmeler bir
saplantı olmaktan öteye gitmeyecektir. Bu nedenle de insan toplumunda kendini
bilmeden ortaya çıkan tüm kurum ve davranışların, sapkın-çarpık bir role bürünmesi
kaçınılmazdır.
Bu ilkenin Kürt toplumunda, PKK’nin çıkışına kadar anlam
bulduğu söylenemez. Kendi rengini taşıyan ve tarihte oynadığı role uygun bir
ideolojik örgüyü geliştirememenin payı bunda büyüktür. Yerel
oluşumları–aşiretleri-üst bir oluşumda toparlamamak, bu durumun en büyük
etkenlerindendir. Yerelde çakılıp kalındığı için ya da dünya kendi yereliyle
sınırlı görüldüğü için genele karşı sorumluluk duygusu güdük kalmıştır. Bir
başka deyişle, genel halk kültürüyle buluşma zayıf kalmıştır. Bu sonuç, Kürt
toplumunun mücadeleye yaklaşımını da çok çarpıcı bir biçimde etkilemiştir. Bu
anlamda bu kişiliğin Kürt Özgürlük Mücadeleleri içindeki duruşunu incelemek
büyük önem taşıyacaktır.
Şu husus anlaşılmak durumundadır: Bu tip Kürt’te sonradan
görme paşa misali, paşa olduktan hemen sonra ilk olarak babasının kellesini
uçurmayı esas alacaktır. Ya da bu tip Kürt bireyinde, tarihte de çokça
görüldüğü gibi iktidarı ele geçirdiği an, gözü dönmüş kurt misali hemen
saldırganlaşacaktır. Peki, bu tip nasıl oluyor da çok korkunç bir şekilde kendi
karşıtına, dönüşüyor? Önemle üzerinde durmamız gereken temel hususlardan
bazıları da bunlar olacaktır.
“Bilinir halklar tarihlerinde kendilerini ifade edecek
önemli tarihi süreçleri gururla anarlar. Halkların kahramanlık çağlarında
atalarınca gösterilen yiğitlikler unutulmaz. Aksine birer efsane olarak her yıl
belli günlerde ya da etkinliklerde anılırlar. Bu tür kişiliklerin isimlerinin
toplumda en çok rastlanılan isim olmaları tesadüfü değildir. Halk kendisini
bugüne taşımış, tarihe damgasını vurmuş eylem ya da eylemcilere şükranını bu
şekilde bildirir. Gençlik bu hikâyelerle büyütülür. Şekillenme bu mitlerle at
başı gider. Ancak Kürtlerde başka bir efsane de vardır. O da Kürt’ün başkasının
iyi bir askeri olduğu gerçeği. Biz bunu birçok kahraman hikâyelerinden
biliriz. En barizi Rüstem’i Zal’dır. Yine İslam’ın Kılıcı olan birçok Kürt
Komutanı’nı da sayabiliriz. Selahaddin Eyyubi buna iyi bir örnektir.
Sonuç itibariyle Kürt’ün başkasının iyi bir askeri olduğu
gerçeğiyle de, bir Kürt şekillenmesi belleklere yerleşmiştir. Bunu Kürtlerin
ortak ruhunu şekillendiren öykülerde bulmak zor değildir. Ve sanki bu normal
bir durummuş gibi kanıksanır hale gelmiştir. Bulunulan yerlerde birilerinin en
önde kılıcı olmak, alışkanlık yaratan bir motif olarak zihinlere kazınmıştır.
Örneğin, Fars Ordusu içerisinde kralın özel muhafız gücü olan “Ölümsüzler
birliğinin içinde yer almak ile uyutulup gelmenin, Kürt Halkı’ndan çok şey alıp
götürdüğü açıktır. Osmanlılarda vurucu güç olmak da çok şey götürdü. En son TC
Ordusu’nda iyi bir nişancı olarak, hep önde yer almanın da çok şey götürdüğü
açıktır. Bu bir ‘kader’ olarak kabul edildi ve günümüze kadar süregeldi.
Kürtler bu durumu, öyle görülüyor ki, yeterince sorgulamadılar.
Sorgulayamadılar.
Sonradan göreceğimiz işbirlikçi karakter, belki de buna çok
izin vermedi. El vermemek bir nevi kader olarak da değerlendirmelere
götürebilir. Kanıksanır hale gelmek, kader olarak kabul edip ona teslim
olmaktan başka bir anlamı ifade etmediği de ayrıca bir acı gerçektir. Hâlbuki
olup biteni sorgulamak, var olan negatif durumu aşmak için vazgeçilmez bir
yoldur. Büyük bir eylemdir. Bu hususta, aşiret olgusunu değerlendirmek yerinde
olacaktır.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, büyük Kürt çelişkisi olan
aşiretçilik, Kürt toplumunun tarihi süreç içerisinde ortadan kalkmasını
engellemiştir. Fakat aynı aşiret yapısı, Kürt toplumunun gerek birlik olmasını
gerekse de Ortadoğu’da bir “devlet-güç -olmasını da engellemiştir. Yani bir
yandan varlığını korumuş, diğer yandan da ayak bağı olmuştur. Bu Kürt
paradoksunun iyi anlaşılması gerekiyor. Aşiret kavgaları, kan davaları, bir
diğer aşirete karşı güçlenmek için işgalci güçlerden yardım ve destek almak, yani
dolayısıyla egemenlik altına girmek gibi birçok aşiretsel davranış Kürtlerde
ihanet olgusundan ne anlaşıldığını da sorgular hale getiriyor. “Aşiretler
kabile topluluklarının bir nevi federasyonu olarak daha da önem taşımışlardır.
Varlıklarını büyük oranda köleci uygarlıkların saldırıları karşısında
kazanmışlardır. Yok olmamak için birleşme ve direnme ihtiyacı aşiret
örgütlenmesini doğurmuştur. Ancak: “Dağdaki köy ve komlar ne kadar özgürlük
alanları olmuşsa, kentler de o kadar yabancılaşma, işbirlikçi olma, köleleşme
ve asimilasyona uğrama alanları olmuştur. Köy–kent ayrımı, bu temelde toplumu
da derinden etkilemekte ve ayırmaktadır. Bu temel ayrışma gelecekte de
Kürtlerin temel ayrımı olarak kalacak ve günümüze kadar varlığını sürdüren bir
sosyal ayrışmadır. Dağdaki özgürlükçü Kurmanc ve kentteki etnik işbirlikçi ve
aristokrat kesim Kürt etnisitesinin halk-egemen ikiliğini oluşturacaktır.
Yine, Başkan Apo: “Kürt etnisitesi ne kadar özgürse aristokrasisi o kadar silik
ve işbirlikçidir. Bu temelde sınıflaşma çarpık ve soy inkârcılığıyla iç içedir.
Bir Grek, Roma, Pers aristokrat sınıfı Kürt toplumunda öne çıkamamaktadır. Daha
çok hakim aristokrasilerin içinde, onlara özenerek şekillenmektedir. Kraldan
çok kralcı nitelemesi Kürt işbirlikçiliği için kullanılabilir. Bir Roma
aristokrasisi, hatta Sümer, Mısır benzeri bir devlet sınıfı doğsaydı, şüphesiz
Kürdistan’daki toplumsal gelişme farklı olurdu. Kürtlerdeki aristokrasi
ayrışması bir sınıf olma özelliğinden çok işbirlikçi karakterde bir gelişmedir
demektedir.
İhanet olgusu, Kürt toplumunun tarihinde çok da istendiği ve
tercih edildiği için değil toplumsal oluşumundan kaynaklı olarak, bir nevi
kendi iç örgütlenmeleriyle bağlantılı bir şekilde, tâbî bir gelişme trendi
olarak yaşanmıştır. İhanet bir seçme ya da intihap sorunu olmayınca, kendine
karşı duruş, yani ihanet etmek de çok zor olmamıştır. Sınıf mücadelelerinde
çokça görüldüğü gibi ihanet etmek, öyle sanıldığı gibi çok planlı başlayan bir
süreç değildir. Tersine bireyin karakteri ve özellikleri, bireyi adım adım
doğduğu uygarlık özelliklerine çeker. Bir kez bu uygarlık kirlerine bulaşmaya
görsün, peşinden gidecek olan kendi davasından hızla uzaklaşmaktır. Çoğu zaman
bu durumu yaşayan bireyler, yaşadıkları ihanet durumunun farkında bile
değillerdir.
Kürt Halkı’nın çıkarlarını savunan, onun saflarında yer alan
bir kişinin bir diğer gün düşman saflarında olması hep şaşkınlıkla
karşılanmıştır. Ancak sürekli olarak, bunun sebebinin anlaşılmadığı da
belirtilmiştir. İşte tam da bunun baş sebebi geri aşiret formu, kabile, aile
yapılanması ve bağlarıdır. Çok sayıda aşiret ve kabilenin olması, dış istila ve
coğrafik yapının etkili rolü ile birleşince birlik sağlanamamıştır. “Çok ve
çeşitli kabile ve boyların bulunduğu ülkelerde güçlü, sağlam devlete az rastlanır
der İbn-i Haldun, Mukaddime Kitabı’nda. Nedeni açıktır, Başkan Apo’nun
belirttiği gibi: “Kabilelerin komünalliğe yakın bir yaşamı vardır. Kabile
ahlaki ve politik toplumun en güçlü yaşandığı toplum biçimlenişidir.
Kabilelerin her zaman klasik uygarlıkların amansız düşmanları olarak
görülmeleri, ahlaki ve politik toplum özellikleriyle bağlantılıdır. Ayrıca
fethedilip denetim altına alınmaları mümkün değildi ya yok olurlar ya da özgür
kalırlardı. Fakat zamanla yozlaştıkları görülmüştür. İşbirlikçilik yapanlar
aile içinde olduğu gibi kabile içinde de hep olumsuz rol oynamışlardır.
‘Kaderci’ bakış açısına sahip insan, her zaman kendini
yenende bir üstünlük bulunduğuna, dolayısıyla ona boyun eğmesi gerektiğine
inanır. Ya da ona boyun eğmenin, onun doğal yengisinden ileri geldiğini ve onda
üstün bir yetkinlik bulunduğu yolundaki yanlışa kapıldığı için buna inanır.
Düşünce ve inancını bu yanlışa bağlayınca, artık yenenin tüm yol ve
yöntemlerini benimser. Ona uymaya çalışır. Başkalarına boyun eğme huyu olarak ele
alabileceğimiz bu aşağılık kabullenme, Kürt aşiret yapılanmasının bir
karakteristik özelliğidir. İçe kapanma, dar aile, kabile ve aşiret sınırları
içinde büzülme, dış baskıya boyun eğme durumları yaşanınca, iç çatışmalarla
kendini deşarj etmeye çalışmıştır. Aşağılık duygusu ve boyun eğme, milli
duyguların gelişmemesini de beraberinde getirmiştir. Sadece bu da değil. Bir
taraftan içe dönük bir karakter gelişirken, sıkışmışlıktan kaynaklı olarak, bu
kez bu duruma düşürülen birey içerisinde yer aldığı topluma karşı
agresifleşerek yaşamını sürdürecektir. Kürt’ün çoğu zaman sekter, dar, asabi ve
en küçük tahrik karşısında yumruklarını sıkması başka nasıl izah edilebilir ki?
Çokça söylendiği gibi “tez canlı insanlarız ifadesi, bu travmatik duruma
yeterli bir cevap olamaz. Tam aksine birey ve toplumda yaşanan söz konusu bu
ruhsal sıkışıklık bir nevi bu türden bir asabiyetle, duygusallıkla ve
tepkisellikle kendisine bir savunma mekanizması yaratarak korumaya alıyor.
Bulduğu psikanaliz yöntemiyle, bireyin ve toplumların
sosyolojik gelişim seyirleri içerisinde ruhsal ve duygusal çözümlemelerini
yapan Avusturyalı psikanalist Sigmund Freud, iktidar-despotizm ve her türden
baskıcı egemenlik türlerinin altında yatan ailesel baba figürüne ilişkin
çarpıcı örnekler vermektedir.
Örneğin ailede otoriter zorbacı bir baba vardır. Bu ailede
kadın, kız bir de erkek çocuk bulunuyor. Baba herkesi ezmektedir,
bastırmaktadır. Öncelikle erkek çocuk ciddi rahatsızlık belirtir. Kız kardeşi
ile durumun çekilmezliğini tartışır. Kız kardeş de aynı düşüncededir. Babayı
vurmayı yani öldürmeyi kararlaştırırlar, ancak güçlerinin yetmeyeceğini
anladıklarında, annelerinin de ezildiğini, ona söylenmesinin olumlu olacağının
kanaatine vardıktan sonra annelerine de meseleyi açarlar. Anne de kocasından
çok rahatsızdır. Ortak karar alarak, baba gece yarısı yatarken öldürülür. Kim
evin reisi olacak konusu gündeme gelince, ataerkil sistem de evin genç erkeği
yani evin erili, evin reisi olarak belirlenecektir. Ancak yaşanacak tablo
eskisinden daha zorbaca bir despotizmdir. Yağmurdan kaçarken, doluya
tutulmuşlardır. Yaşanan şudur: Bilinçaltından babanın otoritesine hayran olan
çocuk, bu otoritesinin uygulama zemini bulamadığı için babaya tepkileşir. O
düzeyde bir tepkileşme ki, katledecek bir nefrete kadar bu beslenir. Ancak
bilinçaltındaki bu hayranlık yetkiyi ele geçirince, babadan daha pervasızca bir
otorite ve yetki kullanımına götürür. Nedeni ise, babanınki bir gerçek ve
orijinalite iken oğlun ki daha çiğ ve kopyası olur. Bu da daha amansız bir pervasızlığı
beraberinde getirir. Bu sonuç, akıllara aynı M. Bakunin dediği “en demokrat
adamın başına iktidar tacını giydirin, yirmi dört saat içinde en alçak bir
diktatör olacaktır sözünü getiriyor.
Aynı şekilde Freud’un, “Musa adlı kitabında, Yahudi kavminin
önceleri nasıl Musa’ya bağlandığını, sonradan onu nasıl katlettiklerini ve yine
aynı eksende daha sonradan da, onu nasıl kutsallaştırarak kendilerini
affettirmenin yolu olarak da yüceleştirdiklerini çok çarpıcı bir biçimde
anlatır. Musa Olayı’nı aydınlatırken, psikanaliz yöntemiyle toplumdaki
bireylerin nasıl ikili karakter taşıdıklarını da ispatlamaya çalışır.
Başkan Apo da benzer vakaları açarken özgürlük mücadelesi
içerisinde komünal yaşamı despotça tavırlarıyla bozan kişilikleri ‘’ev içindeki
devletçik’’ ya da ‘’imparator maketi’’ biçiminde tanımlayarak, çözümleyip bu
olguyu aydınlatmaktadır.
Bilindiği üzere, insanlığın evriminde kan bağına dayalı
ortak bir anadan gelen soy ya da gens olarak da adlandırılan tarihin ilk
kolektif birimleri olan bu örgütlenme biçimi, klan ve kabile örgütlenmelerinin
de temelini oluşturur. Kabile bir kaç gensin birleşmesinden meydana gelen,
birbiriyle kan bağı ile bağlı olan bir topluluktur. Klanı ise Başkan Apo,
toplumsal doğa bağlamında oluşum-dil-ahlak kavramları temelinde nasıl
belirleyici bir kolektif birim olduğunu şu şekilde dile getirir: “Toplumsal
doğa yaşamının yüzde 98’ine yakınının klan toplumu dediğimiz 25-30 kişilik
birimler halinde süregeldiğini bilmekteyiz. Klanı toplumun kök hücresi olarak
tanımlayabiliriz. Klan toplumu süreç içinde oluşan aile, kabile, aşiret, kavim
ve ulus toplumunun tümünde hücre farklılaşmasına benzer biçimde yaşamını halen
sürdürmektedir. İster işaret dili ister simgesel dil halinde bulunsun, temel
toplumsal doğa tanımımıza göre klan ahlaki ve politik bir toplumdur. Elbette
klanda var olan ahlâk ve politika çok basittir, ama önemli olan var olmasıdır.
Basitlik önemi ortadan kaldırmaz, tersine önemin önemini kanıtlar. Hatta
denilebilir ki, ahlâk en güçlü ifadesini klan toplumunda yaşar. Âdeta içgüdünün
ifadesi rolündedir. Ahlâka göre yaşamak varoluşun olmazsa olmaz koşuludur.
Ahlâkını yitiren klan dağılmış, dağıtılmış veya yok edilmiş klandır. Ahlâkın
basit kurallarla ifade edilmesi ancak yaşamsallığına yorumlanabilir.
Kabilenin ise daha çok ekonomik bir temeli vardır. Kabile,
üretim ve geçim zorluklarından ortaya çıkmıştır. Kolektif çalışma ve üretim
araçlarında sosyal mülkiyete sahip olan kabilenin, bir diğer işlevi de
savunmadır. Bu örgütlenmeler insanlığın doğal gelişiminin bir sonucu olarak,
binlerce yılı bulan bir gelişim sürecinin sonucudur. Başkan Apo daha somut
olarak kabile için: “Üretim ve savunma için gerekli toplumsal birlik sadece kan
bağına dayanmaz. Çekirdek toplumdur. Komünaldır der. Aşiretler ise birçok
kabilenin ortaklaşmasından ve birleşmesinden vuku bulan ve bir soydan yani
babadan geldiğine inanılan, kandaşlığa ve hısımlığa dayanan yerleşik ve göçebe
topluluklardır. Aynı dili konuşur, aynı geleneklere veya ortak kültür
vasıflarına sahiptirler.
Dış güçlere karşı duyulan tepki sonucunda aşiretin
yaşayabilmesi için kendi içindeki şiddetli birlik ihtiyacı, kan bağının
güçlendiriciliği ile birleşince, kendi içinde ciddi bir ayrışmayı da
engellemiştir. Yani aşiret içi çelişkiler, dış nedenlerden dolayı gelişmemiş ve
giderek gecikmiştir. İç çelişkileri belirginleşmeyen bu toplumsal
organizasyonlar, ileriye doğru evrilemediler. Bu da yukarıda izah edildiği
gibi, içe büzülmeye neden olan diğer bir faktör olmuştur. Ezene karşı ezilen,
sömürüye karşı sömürülen bilinci oluşamamış olup her aşiret üyesi aşiretinin
şeceresiyle övünür hale gelmiştir. Sonuç olarak, üyeler aşiret reisine daha çok
bağlanarak toplumsal bir kütle haline gelmiştir.
Güncel bir örnek vermek gerekirse bir Türkiye Cumhurbaşkanı
kendisine, daha doğrusu şeceresine yapılan bir hakaretten dolayı nasıl da hemen
şeceresini ta 1000 yıl geriye götürebiliyor. Bu aşiretinden-ailesinden duyulan
gurur kaynağıdır. Toplumsal gelişim ufku geniş olmayınca öne çıkan ve gururu
okşayarak bireysel bir tatmin sağlayan aile-aşiret şeceresidir. Özcesi Aşiret
Kültürü’dür. Burada travmatik bir durum teşkil eden durum, tarihin bu
aşamasında zihinsel ve ruhsal olarak dogmatik bir şekilde takılıp kalınmasıdır.
Halbuki, tarihte çok ileri düzeyde bir rol oynamış olan
aşiret yapıları, süreçle birlikte uygarlık ilişkileri ve saldırılarıyla
eritilerek, yukarıda dile getirilen bir duruma getirilebilmişlerdir. Başkan
Apo: “Aşirette ortak zihniyet ve örgütsel birlik esastır. Uzun bir tarihsel
geçmişi ve kültürü beraberlerinde taşırlar. Ulus kültürlerinin ana kaynağı
durumundadır. Üretime katkıları da küçümsenemez. Kolektif toplumsal yapıları
karşılıklı yardımlaşmayı esas kılar. Aşiret ve kabile topluluklarında komünal
ruh güçlüdür. Ulusal karakterin yapıcı unsurlarındandır derken dile getirmek
istediği tarihte aşiretin oynadığı rol olmaktadır.
Aşireti tanımlamaya çalışmışken, kısaca tarihte yaşanmış
olan Konfederasyonlara ve Etnisite olgusuna da değinmek gerekir.
Konfederasyonu en geniş manada şu şekilde tanımlayabiliriz:
“Farklı nitelikteki ikiden çok yapının bir araya gelmesi ile oluşan çoklu
siyasal yapıya denilmektedir. Bir araya gelen her bir ünite bağımsızdır. Bu
bağımsız ünitelerin ortak amaçlar için ve gönüllü anlaşmalara dayanarak bir
araya gelmesi ile oluşan yapılanmaya konfederasyon denilmektedir. Burada tek
bir üniteden bahsedilemeyeceği gibi nitelikte ikiyi aşmayan üniteleşme de söz
konusu değildir. Artık çoklu yapı söz konusudur. Bir araya geliş tüzel
kimliklerin kaybolmasını doğurmaz. Söz konusu Aşiret Konfederasyonu ya da Konfederasyonları
olunca birçok aşiretin bir araya gelmesini, öncelikli olarak dışarıda
gelebilecek saldırılara karşı savunma amaçlı, geniş kabile ve aşiret
yapılarının bir araya gelmesi olarak da tanımlamak mümkündür.
Etnisite ise sosyoloji sözlüklerinde şu şekilde tanımlanır:
“Tarımsal devrim etnisite için varlık koşuludur. Bu devrim olmadan klan
aşılamaz. Klan toplumu ise geniş aileyi aşmaz. Bu yüzden geniş bir dil
oluşturamazlar. Dilin gelişimi üretimi, üretimin gelişimi toplumsallığı
geliştirir. Etnisite tarım devrimini yaparak yerleşik köy yaşamına geçmiş,
toplumsallığı bir üst aşamaya sıçratmış, dil ve kültür birliğini oluşturan
kabilelerin bir araya gelmesinden oluşur.’’
Kürdistan tarihinde ihanet ve kahramanlıkları ele alırken,
toplumsal tarihin ve gerçek sosyal bilimin ulaştığı kavramsal ve kuramsal
düzeyi dikkate alarak, kırk yıllık destansı özgürlük mücadelesi pratiği
özgülünde yeni bir paradigma ortaya koyan Başkan Apo’nun düşünsel ufkuna bağlı
kalmaya çalıştık. Büyük Alman Şairi ve Filozofu Goethe’nin deyimiyle söyleyecek
olursak: “Üç bin yıllık geçmişinin hesabını yapmayan insan, gündelik (günü
birlik) yaşayan insandır. O halde günübirlik olmamak için, üç bin yıllık
tarihin çok ötesine geçerek kendi köklerimizi o tarihlerde arayıp bulmak önemli
bir yurtseverlik görevi ve insan olma duruşu olacaktır. Eğer tarihi, “insanın
kendisini tanıması ve kendini bilmesi için olduğunu söylüyorsak, tarih
bilincinden yoksunluğu ise, R. G. Collingwood’un deyişiyle: “İnsanlar ve
toplumlar işaretlenmemiş bir zaman denizi içinde yalpalayıp durmak zorunda
kalırlar bilinciyle, tarihi hem canlı hem de coşkulu bir şekilde yaşamamız
gerekmektedir.
Devam Edecek: Kürdistan’ın Toplumsal ve Coğrafik Koşulları
/ Kürtlerin Analarına İlişkin Kısa Bir Değerlendirme
Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi Yayınları
Tarih Şimdidir-Kürdistan Tarihine Özlü Bir Bakış
Kasım Engin
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info -www.navendalekolin.com -http://kursam.org/index.html
0
21
TR
HE
:” ”
:””
” “,” ”
Kürdistan’ın Toplumsal ve Coğrafik Koşulları
/ Kürtlerin Analarına İlişkin Kısa Bir Değerlendirme