26 Mart 2017 Pazar Saat 23:06
Türklerin Anadolu’ya Girişi ve Malazgirt Savaşı
Türk boyları 7. yüzyıldan itibaren Orta Asya’daki kuraklık,
nüfus artışı vb. nedenlerden dolayı göç etmeye başlamışlardır. “Türkler
İslam’ın yayıcıları görünümünde bölge gerçeğine sızdılar. Geri yapılarıyla
yapabilecekleri bir şeyleri olmayan Türkmen boyları, şiddet temelinde
kendilerine yer açtılar. Ve şiddetleriyle yıkıcı bir rol oynadılar. Kısa sürede
çıkmaza saplanan feodalizme taze kan oldular. (Halk Hareketi-Serhildan, P.M.O
Yayınları)
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan: “7. yüzyılda artık ilkel
komünal toplumun düzenini aşıyorlar. Gelişkin bir aşiret düzeni, federasyona
ulaşıyorlar ve sınıflı topluma geçmek için her bakımdan belirli bir evreyi
tamamlıyorlar. İşte tam bu sırada vurgulandığı gibi, kuraklık, nüfusun artışı
ama bana göre en belirleyici olarak da artık devlet olarak örgütlenmelerinin
birçok erkini yakalamaları onları buraya (Orta Asya) sığmaz hale getiriyor…
İran ve giderek Ortadoğu demek, bütün zenginliklerin masallar ülkesinin sesi
olarak anlaşılmakta, onun için muazzam cazibe yönü vardır. Bunu birde kendi
coğrafi ve demografik zorunluluklarıyla birleştirirsek, bu seferdeki göçlerin
müthiş olacağı açıktır. Ve nitekim dalga dalga göçler başlıyor diye
değerlendirmektedir. (A. Öcalan, Mihri Belli – Büyük Dönüşüm)
Yukarıda dile getirdiğimiz gibi Kürdistan’a güçlü
imparatorlukların saldırı nedenleri farklı olsa da, burada etkin olmamalarından
kaynaklı olarak Kürdistan’da yerel beylikler, hatta kimisinin daha üst bir
boyutu olan devlete tekabül eden yapılar ortaya çıkmıştır.
Türkler doğuda kendilerine yol açarlarken, özelde
Horasan’dan İran içlerine doğru yayılmaları sürecinde ve batıya yönelmeye
başladıklarında, Kürtlerle yer yer çatışmalar yaşamak zorunda kalmışlardır.
Esasen daha güçlü sosyal ilişkiler içerisinde olan Kürtlerin, aynı zamanda
askeri olarak da belli bir etkinlikleri vardır. Ancak uzun sürmeyen bir periyod
ardından Kürtler, Selçuklularla sıcak ilişkiler içerisine -daha doğrusu
işbirliğine- girmişlerdir. Fakat bu ilişkiler tümden kalıcılaşmaya ilk etapta
yer vermediği için ve Selçuklular da Kürdistan üzerinde tam hakim
olamayacaklarını anlayınca, öncelikle seçtikleri alanlar Kürdistan dışında
kalan bölgeler olmuştur. Türklerin girecekleri ve ele geçirecekleri yerlerin
başında Horasan, İran, Azerbaycan ve kısmen Güney Kürdistan’ın aşağı tarafları
gelir. Burada ilk aldıkları yer Musul’dur. Kürdistan içlerinde başka yerleri
hedeflemiş olsalar da, sonuçta başarısız kalacaklardır. İlerleyen süreçte Büyük
Selçuklu İmparatorluğu (1055-1194), Tuğrul Bey’in önderliğindeki göçebe savaşçı
Türk Oğuz boyları tarafından kurulacaktır.
1070 yılında Alparslan, büyük bir ordu toplayacaktır. Hedef
Bizanslılardır. Bu orduda Kürtler, Azeriler ve yöredeki halklar, Anadolu’ya
akın eden akıncıların yanında yer alacaklardır. Alparslan’ın öngörülü ve
duyarlı yaklaşımlarından dolayı elde ettiği başarının sırrı Bizanslılara karşı
vereceği başarılı bir savaşın ancak yerelde çok etkin olan Kürt Beyleri’nin vereceği
desteğe bağlı olacağını görmesidir. Ve buna denk bir politik yaklaşımla, başta
Farqin olmak üzere Amed beylerinin desteğini alır. Artık 40–50 bin kişilik bir
orduya sahiptir. Bunların en azından yarısı Kürt’tür. Mervaniler, Cizre Meliki
Abdul Han ve kardeşi İskender de dahil toplam olarak yaklaşık 30.000 kişilik
gücü bu savaşa göndereceklerdir. Bizanslara karşı önceleri geri çekilen
Alparslan, artık savaşmaya hazırdır.
Bizans yönetici eliti, Kapadokyalı Romanos Diogenes adlı
başarılı bir generalini, 1068 yılında dul Kraliçe Eudokia Macrembolitissa ile
evlendirip İmparator yapmış ve gelen göçebelerin-ağırlıklı
Türkmenlerin-üzerlerine yollamıştır. 26 Ağustos 1071 günü, Bizanslıların
ordularıyla Alp Arslan’ın-Türk ve Kürtlerden oluşan-ordusu karşı karşıya
gelirler. (Alp, atlı savaşçı, şövalye anlamına gelmektedir).Bizanslara
komutanlık yapan Diogenes’dir. Karşılaşacakları yer, Van Gölü’nün ve Sipan
Dağı’nın kuzeyindeki Malazgirt Ovası’dır. Türk-Kürt İttifakı, Türklerin
Anadolu’ya açılmalarını ve yurt edinmelerinin yolunu açacaktır. O yıllarda
ağırlıklı Müslümanların yaşadıkları yerlere yerleşecek çokta boş arazi yoktur.
İslamiyet’i kabul eden Türklerin, bölgede bulunan Müslüman kavimlerin
yardımıyla batıya-yaşamak istiyorlarsa-açılmaları gerekmektedir. Bir nevi
buralarda kalmak açısından var olma, yok olma mücadelesidir. İşte bu var olma,
yok olma anlarında Kürtler, Türklere arka çıkarak, yurt edinmelerine yardımcı
olacaklardır. İslam alemi büyük bir tehditten kurtulduğu gibi, Kürtler ile
Türklerin ilişkileri daha fazla gelişti. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın
başka bir anlatımıyla dile getirecek olursak: “Kürtlerin Türk kavimleri,
beylik, sultanlık ve boylarıyla kurduğu ilişkilerin mahiyeti doğru kavranmadan,
her iki toplumun varoluş tarihleri doğru yazılamayacaktır. Kürtlerin Türklerle
ilişkilerinde varlıkları asimilasyonla ya da askeri zorla tehdit altına girsin
diye değil, varlıklarını birlikte daha güçlü korumak ve geliştirmek için bu
stratejiyi benimsediklerini çok iyi anlamak gerekir.
Daha sonra gelişecek olan Anadolu Selçuklu Devletinin
merkezi Konya olacaktır. Tarihin bu kavşağında, özelde 1240’lardan itibaren çok
büyük direnişlerin geliştiğini biliyoruz. Bu direniş merkezlerinden bir tanesi
bugünün Adıyaman’ıdır. Tarihe Babai İsyanları diye geçecek olan Baba İlyas,
Baba İshak ve Celali Direnişleri’nin tümü giderek baskıcı ve zorbacı bir hale
gelen Anadolu Selçuklu Devletine karşı gelişen isyanlar olacaktır. Direnişler
özü itibariyle adaletsizliğe, zorbalığa ve giderek üst sınıf haline gelmiş,
egemen ve ahlaki olarak çöken bir devlete karşı gelişen direnişler olmaktadır.
Bu direniş kültürünün Mazdeklerden, Hürremilerden, Ebu Müslümlerden,
Babeklerden, Zenclerden derken Karmatilerden süzülüp gelen geleneğin tâ kendisi
olduğu açıktır. Baba İlyas’ın “Dünya Mülkü Halkındır sözü bu gerçekliği açıkça
gözler önüne sermektedir. Baba İlyas’ın Horasan’da geldiği, bir Alevi Türkmen
olduğu ne kadar doğruysa Adıyaman’da başlayıp Amasya’ya kadar uzanan direniş
cephesinin içerisinde her türden demokratik ve komünalcı yapıların olduğu da o
kadar gerçektir. Tarihin çok eski çağlarından itibaren halkların
ortaklaşmasının en iyi örneklerinden biri olduğunu da ekleyerek kapatalım.
Aynı bu çizgiden ama bu kez eylem çizgisini de geliştiren
başka önemli bir komünalci ise Şeyh Bedrettin’dir. 1357 ile 1420 arasında
yaşamış olan Şeyh Bedrettin bugün Aydın’a yakın olan Ortaklar beldesinde
yıllarca sürecek olan ortakçı bir yaşam kurmuştur. “Yârin yanağından gayri, her
yerde, her şeyde, hep beraber diyebilmek için sözü ile ortaklaşmanın, komünce
yaşamın ne anlamına geldiğini en iyi bir şekilde formüle ettiği açıktır. Sağ
kolu Börklüce Mustafa iken sol kolu ise Torlak Kemal adında yiğit bir
Torlak’tır. Komünal çizginin, kardeşçe yaşamının, farklı halklar ve farklı
mezheplerin bir arada, yan yana yaşamaları için halen bugün bile örnek alınacak
bir deneyim olduğu da açıktır.
c- Moğolların Çekirge Sürüleri gibi Kürt Bölgelerini
İstilası (1206-1404)
Moğollar belki de tarihin tanıdığı en acımasız savaş gücü
olarak bilinir. Asurların uyguladıkları yöntemlerden geri kalır yanları yoktur
dersek abartmış olmayız. Adeta geçtikleri her yerde çekirge sürüleri gibi
yiyip-ezip geçmişlerdir.
Bu yeni güç -Kürdistan’a henüz ulaşmadan önce -bu coğrafyada
büyük tahribatlara yol açacak olan başka bir gücün adı da Harzemlilerdir. 12.
yy’da Türkistan ve İran’ın ağırlıklı coğrafyasına hakim oldular. 1217 yılında
Bağdat’a saldırdılar. Kürtlerle savaştılar. Kimi zaman yendiler, kimi zamanda
yenildiler. Muş ve Ahlat’a çok büyük zararlar verdiler. 1230 yılında Eyyubi ve
Selçukluların ortak karşı koyuşuyla ortada kaldırıldılar.
Kürdistan, Türklerle yeni yeni tanışmışken ve Anadolu’ya
doğru Türklerin akınları devam etmişken, Ortadoğu Halkları’nın arenasında yeni
bir güç beliriverecektir. Göçebe feodalizmini en güçlü bir şekilde yaşayan bu
yeni istilacı kuvvet, ortalığı kasıp kavuracaktır. Bu topraklardan ayrıldıktan
yüzyıllar sonra da, katliamcı komutanlarından olan Hulagu ürküntüyle dile
getirilecektir. Aynı Hulagu’nun Alamut Kalesini yerle bir ederken, tarihi
değerde olan kütüphaneyi yakmasını da belirtmeden geçemeyiz. Halkların
belleğine bu kadar korku salan gücün ismi, Moğollardır. Halen bugün bile
binlerce kilometre uzaklarda yaşayan onlarca Kürt aşiretin topraklarından sökülüp
atılmalarını sağlamış olan güç Moğollardır. Örneğin Cezayir’de yaşayan Levan ve
Baben aşiretleri, Şehrizor civarından kaçmak zorunda kalan aşiretlerden sadece
iki tanesidir. Yine Şehrizor’da yaşamış olan Kus ve Mabir aşiretleri, Suriye ve
Mısır’a kaçmak zorunda kalmışlardır. Özcesi Moğollar, Kürdistan’ı sadece
katliamlardan geçirmekle kalmamış, aynı zamanda Kürtleri bu topraklarda
yaşayamaz kılmışlardır.
Moğolların, Ortadoğu’ya girişi 1200 yılların başına denk
gelir. Kürdistan’a ise gelişleri, 1231 yıllarına tekabül eder. Bu acımasız
istilacı Hulagu’nun diğer adı Cengiz Han’dır. Çok kısa sürede her tarafa
yayılarak, fetihlerini gerçekleştirirler. Hulagu 1257 yılında Kermanşah’ı işgal
edecektir. En önemli fethi tarihi olarak –Hulagu’nun–1258 yılında Bağdat’ı
düşürmesini söylemek yanlış olmaz. Dünyanın en büyük kütüphanelerine sahip olan
Bağdat kütüphanesinde bulunan kitapları Dicle suyuna atarlarken, haftalarca
Dicle’nin kara aktığı söylentisini de ekleyelim. Her yerde olduğu gibi
kuşattıkları şehirlerin direniş gösterme durumlarında, katliamın en vahşisini
uygulaya gelmişlerdir. Bağdat’ın fethinden sonra yerle bir edilen Kürt
şehirlerinin arasında Hakkâri, Cizre, Farqin, Amed ve Mardin de vardır. Bazı
yerler birkaç kez yerle bir edilmişlerdir.
Benzer bir felaket, Abbasi halife ailesinin başına
gelecektir. Ailenin birçok mensubu öldürülür. Aileden arta kalanlar ise
Mısır’da halifeliği devam ettirmeye çalışırlar. Bağdat şehrini aldıktan sonra,
sıra çevrenin büyük ve ihtişamı olan şehirlerine gelecektir. Bunların
içerisinde Kürdistan şehirleri olan Hewler, Farqin, Merdin, Bitlis gibi yerler
vardır. Kimi yerleri yerle bir ederken-Diyarbakır, Ahlat, Şehrizor-, kimi
yerleri de anlaşarak ele geçirirler. Yer yer fethettikleri alanlara yerel
yöneticiler atamışlardır. Yine yer yer aynı aileden bireyler, kendilerine bağlı
vasallar olarak bırakılmışlardır. Bunların görevi Moğollara vergi toplamak ve
yeni değerler kazandırmaktır. Bu ezelden beri her işgalcinin Kürdistan’da
uyguladığı yol olmuştur. Ve her işgalcinin yapa geldiği gibi kendilerine iyilik
yapmış köle ya da benzer birini vassal olarak atamaktır. Pratik örnekleri
anlamında, Farqin’de emirin seyisinin ve Cizre’de ise bir kölenin yönetici
olarak atanması gösterilebilir. Elbette her zaman bu böyle olmamıştır. Eğer bir
yerde direniş gösterilmiş ise, orada yaşatılacak olan hunharca bir yakma, yıkma
ve vahşettir. Öyle bir vahşet uygulanır ki, Moğolların yaklaştıkları yerlerin
birçoğunda Türkmenlerde, Kürt Emirlikleri de onları pahalı hediyeler ve farklı
değerli eşyalarla karşılayarak, benzer bir akıbetten kurtulmak için çaba
harcamışlardır.
Kürt’ün tarihi dokusu Moğollar sürecinde de işleyecektir.
Kendi otonom durumlarını korumak için birçok kez Moğolların yanına geçerek,
kendi soyuna karşı ihbarcılık yapmaktan tutalım da, düşmanına soyunu imha
etmesi için öncülük yapmaya kadar ihanet duruşundan geri durmamışlardır. Kendi
çıkarları, her zaman ama her zaman öncelikli yaşam arayışı olarak Kürt
egemenlerinin bir karakteri olarak gen haline gelmiştir. İhanet ve işbirlikçilik
bir yaşam haline geldikçe de, ahlaki değerler çokça dile gelse de her an terk
edilmeye hazır gerçekler halini almıştır. Onlar için yeter ki yaşansın, yeter
ki yönetici olarak kalınsın, kime bağlı olmuş, nasıl bağlı olmuş çok da anlam
ifade etmez. Önemli olan dediğimiz gibi Kürt egemenlerinin kendi çıkarlarıdır. Kürt
Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın: “Toplumsal anlam, zihniyet ve estetik yitiminin
sonuçları daha da vahimdir. Böylesi bir durumda ancak başı uçurulmuş canlı
varlıklar gibi bir varlığın çırpınmasından bahsedilebilir. Zihniyet ve estetik
dünyasını yitiren bir toplum çürümeye, vahşice parçalanmaya ve yenmeye terk
edilmiş bir leşe benzer dediği gerçeklik budur. (Kürt Sorunu ve Demokratik
Ulus Çözümü)
1400’lere doğru bu kez sahneye Timurlenk (1370–1405)
çıkacaktır. Moğol atalarının yaptığını bu kez Timur yapacaktır. Kürdistan’ı
boydan boya ele geçirecektir. Kimisini ezerek, kimisini de yanına alarak
kendini burada pekiştirecektir. Özellikle 1394 yılında Bağdat’ı istila
etmesiyle tüm alana yerleşecektir. Sadece Kürdistan’ı işgal etmeyecek, o dönem
adım adım gelişen Osmanlı Devleti’ne de yönelecektir. 1402 yılında Ankara’da
Osmanlıların Padişahı olan Beyazıt’ı esir alışıyla da nam salacaktır.
Kürt Beylikler’inin dediğimiz gibi bu yıllarda da alışılan
ve genlerine işlemiş bir şekilde işgalcinin yanına geçerek kendisini yaşatma
eğilimleri az değildir. Önemli olan yaşamaktır, ancak sözde egemence
yaşamaktır.
Tuhaftır ama bugün Güney Kürdistan’da yaşanan durum, aynı bu
doku üzerinde örülmüş olan bir karakterdir. Irak işgal edildiğinde
emperyalistlerin yanında yer alarak, hatta lejyonerleri olarak aynı topraklarda
yaşayan komşu halklara saldırmayı marifet saymışlardır. Benzer bir yaklaşım
ise, bölgede maddi ve askeri bir güç olan İsrail Devleti’ne gösterilen
yaklaşımdır. Filistin Halkı’na yapılanları görmezlikten gelerek, İsrail ile
ilişkilerin kutsallaştırılması esasta aynı dokudur. Bu doku aslında her zaman
güçlünün yanında yer alan, almak isteyen bir karakterdir. Gücü yettiğinde ezip
bitiren, gücü yetmediğinde ise elini öper dediğimiz olgu bu tarihi yapıdan
kaynağını almaktadır. Bunun için öncelikle tarihin bu dokusunu çözmek önem arz
etmektedir.
Moğol saldırılarının Ortadoğu’nun gerilemesini hızlandırdığı
yine Avrupa’nın ise bu fırsattan yararlanarak kapitalizmini başlatarak, adım
adım dünyanın en büyük zulüm gücü haline geldiğini bize dünyanın tanınmış
birçok aydını söylemektedir.
Devam Edecek: 15–16. yy’da Osmanlı Kürt İlişkilerinde
Gelişme, Yükselme, Gerileme ve Şeyh İdris-i Bitlisi, Safevilerin Türkleşmesi…
Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi Yayınları
Tarih Şimdidir-Kürdistan Tarihine Özlü Bir Bakış
Kasım Engin
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info -www.navendalekolin.com -http://kursam.org/index.html
0
21
TR
HE
:” ”
:””
” “,” ”